18 Kas 2008

trafik ve trajedi

Bir arkadaşımın facebook'ta paylaştığı video beni çok etkiledi. Paylaşıma göre Polonya'da, trafik kazalarını önlemek için tüm kanallarda bu video gösteriliyormuş.
Çok moral bozucu ve etkileyici. Ama paylaşmak da bir o kadar gerekli gibi.

"Pay Attention OR Pay the Price"
Dikkat et ya da bedelini öde!





Lütfen trafikte dikkatli olalım :( Videoyu kendi sitesinden izlemek için buraya tıklayabilirsiniz.

Paylaşım için teşekkürler Mehmet abi.

12 Kas 2008

matrix windows ile çalışsaydı... [komik]

Buradaki yazıda gördüğüm komik videoyu kendi blogumda da yayınlamak istedim. İngilizcesi gayet net ve anlaşılır geldi bana. Gerçekten güzel ti'ye almışlar. Sonunda da başka bir işletim sisteminin reklamını yapmışlar. Bilin bakalım hangisi! :p



Videonun tümü bence komik ama Morpheus eğitim programını dondurduktan sonra yeniden devam ettiremediğinde "try Ctrl+Alt+Del" deyince koptum. Bir de kahinin kurabiyeleri fırından alırken "i hope you have cookies enabled" deyişi ve Neo'nun sorusuna "sooner or later we all encounter an error" şeklinde cevap vermesi de ayrıca koparttı :)

Videoyu kendi sitesinde izlemek için buradan buyrun.

19 Eki 2008

bir zamanlar sigara

Ülkelerin -biz dahil-, artık yasalar ve yönetmeliklerle sigaradan kurtulmaya çalıştığını hepimiz biliyoruz. Türkiye'de de teorik olarak 2009 ile birlikte artık hiçbir kapalı yerde, -yemek mekanları da dahil- sigara içilemeyecek. Bazı büyük alışveriş merkezleri yemek kısımlarında bu uygulamaya geçti. Örneğin, önceden dumanaltı olmasına rağmen şimdi Es-Park'a gittiğimde nefessiz kalmadan rahatça yemek yiyebiliyorum. Orada yemek pahalı, orası ayrı bir konu gerçi. Zaten yemek için sık gittiğim bir yer de değil. Benim merak ettiğim yerler mahalle kahvehaneleri (Gaaave). Oralar nasıl olacak acaba! :)

Diğer taraftan, açık alanda burnumuza sigara dumanı gelme ihtimalinin artacağını söyleyebilirim. Her neyse, sigara bağımlılığı konusunda toplum olarak nasıl bu raddelere gelindiğini düşünecek olursak, bir sergiden bahsedebilirim:

Geçenlerde 20. yüzyılda yapılmış olan sigara reklamlarının gözler önüne serildiği bir sergi Stanford Tıp Fakültesi tarafından New York'ta açılmış ve internet üzerinden de gezilebiliyor.




Reklamlarda neler kullanılmamış ki!
Doktorlar, bilim adamları, sporcular, uzay adamları, noel baba, din adamları, eğitmenler, gençler, çocuklar, anneler, gibi birçok öğenin sıklıkla kullanıldığı afişler gerçekten iyi yapmış. Ve sergilenen reklamlar, insanlarla dalga geçen sloganlarla dolu. İşte bazıları şöyle:

- Önde gelen üç araşırma şirketinin araştırma sonuçlarına göre, daha çok doktorlar Camels sigaralarını seçiyor. T-bölgeniz size bunu anlatacaktır. Zengin bir tat ve harika yumuşak bir boğaz için Camel'i tercih edin. Eğer Camel içiyorsanız doktorların bu tercihi sizi şaşırtmayacaktır.

- Bilimsel olarak kanıtlanmıştır: İçim sonrası kötü tat yok. daima yumuşak, daha iyi tat, harika duman. Çok iyi bilinen bir araştırma organizasyonunun raporuna göre her zaman Chesterfield!

- Seçkin doktorlar ve fizikçilerce bulunan bilimsel kanıtlara göre; bu güzel tatlı sigara çok daha az tahriş edici ve böylece içicinin burnu ve boğazı için daha güvenli! Philip Morris! Amerikanın en iyi sigarası!

- Tahrişten uzak kalın! Lucky Strike! Sigaralarımız fırınlanarak, boğazı tahriş eden ve öksürüğe neden olan tehlikeli maddelerden arındırılmıştır.

- Diş doktorunuz olarak Viceroy sigaralarını öneriyorum!

- Narin ve güzel olmayı kim istemez! Lucky sigaraları!

- Mentollu Spuds sigaralarına geçmek için 5 neden: boğazınız kuruysa, üşüttüyseniz, ağrınız tatsızsa, sesiniz kısıksa, öksürüyorsanız; filtreli Spud sigaralarına geçmenin zamanı gelmiştir.

- Bilim adamları ve eğitimcilerin tercih ettiği Micronite filtreli, güzel tatlı ve haz veren Kent sigaraları!

- Onu taze mi seversiniz? (mutlu bir hatun resmedilmiş) Ben de! Yumuşak, harika, yavaş yanan ve taze Camel sigaraları hassas zarlıdır. Sigara paketinizin ince şeffaf ppaketini çıkarmayın. Bu paket sigaranızı parfüm ve diğer toz etkilerinden koruyacaktır.

- Çok yumuşak bir sigara: Camels! Bu yüzden Atletler, beyzbolcular, yüzücüler, golfçüler ve diğer sporcular onu tercih ediyor! Sağlıklı sinirlere ve yüksek kondisyona sahip olmak sporcular için çok önemlidir. Bu yüzden yumuşak Camel sigaralarını kullanın.

- Chesterfield sigaraları çeyizinize koyacağınız kadar özenle ve en iyi içim hazzı vermek üzere paketlenmiştir. Doğru bileşim!

- Afişteki bebek: Vay be annecim, Marlboro'nu gerçekten seviyorsun. Afişteki anne: Evet canım, artık asla duman-altı olmayacaksın. Bu Marlboro mucizesi!

- Gençler hedef: Kaliteli tobakko, Philip Morris'i nazik ve yumuşak yapar. Hevesli ve genç hazlar için daha da ince ve hoş tatlı! Genç Amerika'yı takip edin!

Hatta "Turkish Artistic" konulu bir sigara reklamları bile varmış, doğu kültürü ve figürleri üzerine. İşte bir tanesi: (Göbekli bir şah ve dansöz resmiyle) Omar sigaraları! Zengin tat, şapırtılı ve pırıltılı aroma, lezzetli ve yumuşak!

Diş doktorunun tavsiyesini konu alan afişlerden biri:


Birçok ürün reklamında da benzer şekilde yaklaşımlarla tüketicilerin aklı çelinmeye çalışıldı, çalışılıyor ve muhtemelen de çalışılacak. Siz siz olun, ne hakkında olursa olsun, reklamlara kanmayın!

19 Eyl 2008

doğru karar için düşünmek gerek

Sevgili babamdan gelen güzel bir yazı.

Aşağıdaki resimler aynı yer fakat farklı mevsimlerde çekilmiş görüntüler....
Ne görüyorsunuz?


Şimdi güzel bir hikaye geliyor:

Bir zamanlar 4 oğlu olan bir adam varmış. Çocuklarının çok erken karar
vermemeleri ve önyargılı olmamaları için onları bu konuda eğitmek istemiş. Böylece her birini uzak bir yerde duran ağacın yanına gidip ona bakmalarını istemiş.

İlk oğlan kışın gitmiş, İkincisi ilkbaharda, üçüncüsü yazın ve sonuncusu da sonbaharda. Geri döndüklerinde hepsini bir araya çağırmış ve ne gördüklerini sormuş.

İlk oğlan ağacın "Çok çirkin, yaşlı ve kupkuru" olduğunu söyledi.

İkinci oğlan "Hayır, yeşillikle doluydu ve canlıydı" dedi.

Üçüncü oğlan başka fikirdeydi: "Çicekleri vardı ve kokusuyla, görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki daha önce hiç böyle bir şey görmemişti.

Sonuncu oğlan hepsinin haksız olduğunu ve ağacın "Meyvelerle dolu, canlı ve hayat dolu" olduğunu belirtti.

Yaşlı adam oğullarına hepsinin haklı oldugunu söyledi. Çünkü hepsi farklı mevsimlerde ağacı görmeye gitmişti.
Onlara bir ağacı veya bir insanı kısa bir süre veya bir mevsim tanıdıktan sonra yargılayamayacaklarını anlatmaya calıştı. Ya da neye sahip olup olmadıklarını...

Gerçekleri ancak sonunda 4 mevsimi gördükten sonra görürsünüz.

Eğer kışın vazgeçersen, ilkbaharın nimetinden olursun, yazın güzelliğinden ve sonbaharın bütünlüğünden de...

Bir mevsimin acısının, diğer güzel mevsimleri parçalamasına izin vermeyin.

Hayatınızı(ya da bir başkasını) bir mevsim (bir dönem) yüzünden yargılamayın...

16 Eyl 2008

recaptcha

Internet sayfalarının güvenli sayfalarına girişlerde - çoğunlukla da siteye kayıt olurken - kullanılan ve CAPTCHA denilen bir araç var. Bu araçta, sayfaya kaydolan ya da giriş yapan şahsın bir insan olduğunu doğrulamak için bilgisayar yazılımları tarafından çözümlenemeyeceği kabul edilen bir görüntü gösterilip görüntüdeki karakterlerin klavye ile ilgili kutucuğa girilmesi istenir. Bu işlem sırasında da ortalama 10 saniye geçiyormuş. Şurada, bu süreyi ve işlemi değerlendirerek daha verimli kılmaya yönelik bir uygulama haberinin Türkçesi verilmiş. Açıkçası çok iyi bir fikirmiş (girip okuyun): Paylaşıyorum...

4 Eyl 2008

bir hamal öğretisi

Yine güzel bir yazı, güzel bir ders :) Alıntıdır.

Eski zamanlardı. Yolların olmadığı zamanlar... Demek ki fakirdi bizim gibi çoğunluk, bu nedenle taşınacak yüklere talip olacak hamallar bulmak zor olmuyordu...

Yanımdaki hamalla yola çıktık. İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece, onunkinin çeyreği... Diyordum ki içimden 'Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!..'
Nitekim çok geçmeden dedi ki:
- Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!...
- Ne molası, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim!..'
Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini
- Sen de dinlen hadi' dedi.
Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum.
Bir saat kadar sonra yine durdu, oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında... 'Yükünü indirip sen de dinlen', demesine aldırmadım, ona daha çok kızdım...
Sonra yine durdu. Bana da dinlenmemi' söyledi yine ama dinlenmedim. Yarım saat sonra 'dinlenelim mi' diye sordu, aksi aksi başımı salladım... Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü. Kafamın içinde uçuşan kara kara sinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı.
Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim. Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım... Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek;
- Hadi kalk, dedi. Bana yaslan.
Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz.' Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana.
- Ben yılların hamalıyım, dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda....
Halbuki bir yükü 'taşımak' bizim işimiz, 'altında ezilmek' değil!... Unutma ki bir yük, taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun!
Belki günün birinde hamallığın şekli değişir.
Belki o günleri ben göremem.
Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, Kafanın içinde de sakın yük taşıma... Akşamları bırak ve hafifle...
Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü.
Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil.
Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler...


Mustafa hocama bu yazı için teşekkür ediyorum. Yükümü akşamları bırakmayı unuttuğumu farkettirdi. Tatile çıktım da hiç işe yaramadığını düşünüyordum. Yükümü indirmeden dinlenmek zor tabi...

1 Eyl 2008

panoramik resimler

Neredeyse hepimizin elinde dijital görüntü alabildiğimiz aletlerden var artık. İster cep telefonu olsun isterse dijital kamera olsun veya ister amatör isterse profesyonel aletler kullanalım; çektiğimiz görüntüleri sayısal muameleden geçirmek daha güzel sonuçlara ulaşmamızı sağlıyor. Şahsen ben çok karmaşık resim işlemlerine girmediğim için Photoshop yerine daha basit bir program olan Paint.Net kullanıyorum. O da Photoshop gibi eklentilerle daha da marifetlendirilebiliyor. Photoshop kadar profesyonel değil tabi ama iş görüyor.

Genellikle tek bir fotoğraf karesine sığmayacak kadar geniş bir manzara varsa bu manzara uygun açılardan parça parça fotoğraflanıp, bu fotoğraflar daha sonra sayısal ortamda yardımcı programlarla üst üste getirilip örtüştürülerek (photo stitch) tek bir görüntü haline getirilebilir. Bu durumda panoramik bir görüntü elde edilmiş olur. Panoramik görüntülerde genellikle doğrusallık kaybedilir ve geniş açı lens ya da balık gözü lensle çekilmiş gibi görüntüler elde edilebilir. Sonuçta güzel görüntüler ortaya çıkabilir.

"Photo Stitch" işlemi yapan birçok yardımcı program bulunmakla birlikte, kendi fotoğraflarımı birleştirmek için bulduğum basit ve makul sonuçlar veren bir yazılım var. Önerebilirim.

Aşağıdaki görüntüde Eski Mardin'den Suriye sınırına doğru geniş ufku görüyoruz. Bir butik otelin duvarına çıkarak çektiğim 20 farklı fotoğrafı birleştirerek elde ettim bu görüntüyü. Resmi büyütmek için tıklayın. Daha detaylı fotoğrafı isteyen olursa yorum olarak belirtin, orjinal dosyayı özelden gönderebilirim.

10 Ağu 2008

Aşk ve Hayat

Sevgili babamdan gelmiş bir hikaye. Okuyunuz:


Kocam bir mühendisti. Onunla sâkin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sâkin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı Yarabbi!

Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sâkinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu.

İş ilişkiye gelince oldukça içli, hattâ aşırı hassas bir kadınım. Romantik anlara, küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum. Oysa kocamın sakinliği, başka bir deyişle vurdum duymazlığı, evliliğimize romantizm katmaması beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı.

Sonunda kararımı ona da açıkladım: boşanmak istiyordum. Şaşkınlıktan gözleri açılarak 'niye?' diye sordu. 'Gerçekten belli bir sebebi yok' dedim, 'sadece yoruldum.'
Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!

Sonunda sordu: 'seni caydırmak için ne yapabilirim?'
Demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu. 'İşte mesele tam da bu' dedim. 'Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.'
'Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hattâ ölümüne mâl'olacak. Bunu benim için yapar mısın?'

Yüzümü dikkatle inceledi ve 'Sana bunun cevabını yarın vereceğim' dedi. Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.

Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı.
'Sevgilim' diye başlıyordu,
'O çiçeği senin için koparmazdım' Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim.

'Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var.'

'Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.'

'Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.'

'<Sâdık arkadaşın>ın her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var.'

'Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var.'

'Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem, merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin - gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var.'

'Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir tanem.'


Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu. Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.

'Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lüften kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.'

Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.

Artık çok iyi biliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim.

Bu gerçek aşktı.

İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.

Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil... Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz... Ama hep oralarda bir yerdedir.

Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.

Hayat tam da böyle bir şeydir.


Teşekkür ederim Babam, bu güzel ders için :)

24 Tem 2008

her yazılımcının bilmesi gereken 10 kavram

Bildirgeç'te yenice yayınlanmış olan bir yazıyı rss-paylaşılanlar listemde de görebilirsiniz. Kendimi yazılım geliştirme konusunda ortalama üstü bir ilgi düzeyine sahip olarak gördüğüm için bu liste dikkatimi çekti.

1. Arayüzler (Interfaces)
2. Kurallar ve Şablonlar (Conventions and Templates)
3. Katmanlı Mimari (Layering)
4. Algoritmik Karmaşıklık Seviyesi (Algorithmic Complexity)
5. Hızlı İşlem için Kodlama (Hashing)
6. Ön bellek Kullanımı (Caching)
7. Eş Zamanlılık (Concurrency, Multithreading)
8. İşi Bölerek Birçok Bilgisayara Yaptırma (Cloud Computing)
9. Güvenlik (Security)
10. İlişkilsel Veritabanları (Relational Databases)


Anlaşılan daha çok şey öğrenmem gerekecek. İşin ilginç gelen tarafı, uzmanlık alanım olmasa da bu konularla uğraşmak hoşuma gidiyor ve bu öğrendiklerim sanki birgün işime yarayacakmış gibi geliyor.

Yazının orjinaline buradan ulaşabilirsiniz.

9 Haz 2008

vefalı kablosuz hafıza kartı



Yeni gördüğüm bir haberde geçen yıl Kasım ayında bahsetmiş olduğum kablosuz hafıza kartını kullanan bir turistin başına gelenlerden bahsedilmiş. Turistin fotoğraf makinasını çalan hırsızları yakalatan kahraman SD kart da bu kablosuz kartlardanmış. Haberi kendiniz de inceleyin.
Yazıdaki görüntü aynı haberden alınmıştır.

Haber için teşekkürler Deha.

6 Haz 2008

farklı bakış :)

Bir rahip, bir doktor ve bir mühendisin aynı anda golf oynama ihtimalinin düşüklüğü bir yana anafikir açısından değişik bir yaklaşım. Buyrun:

Bir rahip,bir doktor ve bir mühendis golf sahasının boşalmasını beklemektedirler.

Mühendis:"Bu adamlar ne yapıyor böyle? 15 dakikadır bitirmelerini bekliyoruz."
Doktor: "Bilmiyorum ama hiç böyle bir saçmalık görmedim."
Rahip: "Işte görevli geliyor, onunla konuşalım."
Rahip: "Merhaba. Şu anda sahada olan grup ne zaman çıkacak, neden bu kadar yavaşlar?"
Görevli: "Onlar kör itfaiyeciler. Kulübümüzde geçen sene çıkan yangında gözlerini kaybettiler. Bu yüzden istedikleri zaman burada ücretsiz oynamalarına izin verildi.
Rahip:"Ne kadar üzücü, bu akşam onlar için dua edeceğim."
Doktor: "Çok güzel bir fikir. Ben de hastanedeki doktor arkadaşlarla konuşup onlar için bir şeyler yapabilir miyiz diye bakacağım."
Mühendis: "Bu adamlar neden geceleri oynamıyorlar?"

Mühendis, her alanda optimizasyona meyillidir. :)

4 Haz 2008

blogdaki üçüncü sütun

Uzun zamandır blogla uğraşmadığım için farkında olduğum bir sorunsalı sizlerle paylaşamadım. O da şudur:

Internet Explorer web tarayıcısı ile blogumu ziyaret ederseniz, aşağıdaki iki sütunlu sayfa ile karşılaşıyorsunuz. Sayfamda üçüncü sütun olarak görünmesi gereken kısım, Internet Explorer ile bakıldığında, ikinci sütunun altında yerleşmiş görünüyor.



Halbuki ben sayfa tasarımını üç sütunlu olacak şekilde yaptım ve buradaki yazımda da tanıtmıştım. Firefox web tarayıcısı ile gayet düzgün de gözüküyor. Aşağıda görüyorsunuz.




Size tavsiyem Firefox kullanmanız! Çünkü üçüncü sütunda çok güzel eklentilerim var :)
Çünkü Internet Explorer birçok sayfayı buna benzer deformasyonlara uğratabiliyor.

Bu yazı blogumdaki 101'inci yazım oldu. Mümkün olduğu kadar devamını diliyorum...

3 Haz 2008

cankurtaran demek daha anlamlı geliyor


"Ambulansa nasıl yol verilir?" sorulu bir yazı düşmüş e-posta kutuma. Gerçekten de ambulans sireni duyunca ne yapmak lazım? Tabii ki yol vermek lazım ama nasıl yapılacak bu? Basit görülüyorsa da kaçımız doğrusunu bilip uyguluyoruz ve can kurtarılmasına katkıda bulunuyoruz? Yazıyı aşağıda alıntılıyorum:

Ambulans siren sesine duyarsız bir toplum haline gelmişiz. Hatta bazı araç sürücüleri trafikte ambulans sirenini duyunca hele ambulansı görünce fırsatı kaçırmayıp hemen ambulansın arkasına takılıp bu bedava yol açımından yararlanmaya bile kalkıyorlar!

Tahminimce birçok kişi, o ambulansın içinde bir gün canlarının olabileceğini düşünmemiştir. Düşünen de ne yapacağını bilmiyordur.

Genelde ambulans, sireni çalışırken sol şeritten gider. Siren sesi, sol şeridin açılmasına dair bir ikazdır. Fakat sağ şeritteki araçlar da genellikle bu ikaza aldırış bile etmezler. Nasılsa ambulans kendi arkalarında değildir. Oysa asıl iş, asıl can kurtarma işi sağ şeritteki araçlara düşer. Nasıl mı?

Siren sesini duyar duymaz sağ şeritteki araç duracak. O durunca önünde bir boşluk oluşacak. Oluşan boşluğa da ambulansın yolunu kesen soldaki araba kayacak.
Siren sesinin anlamı bu:

"Sağdaki dur, önünü boşalt. Soldaki bu boşluğa kay, yolumu aç!"

Siren sesini duyduğumuzda sağdayken hiç, asıl durması gerekenin siz olduğunuzu düşündünüz mü?

Bir süre ambulans doktorluğu yapmıştım. Öyle zordur ki içeride saniyelerle yarışırken, ambulans şöförünün yerinde duramadığını ve parmaklarının direksiyona geçtiğini görürsünüz. Haklıdır. Çünkü biz sürekli "daha çabuk daha çabuk!" derken, öndeki araçlar bir türlü ilerleyemez ve şöför sol şeritte olmasına rağmen bir türlü yol alamaz.
Trafik karışır...
Korna sesleri...
Bir karmaşa...
Ambulans sireni ve kriz...
İşte böyle, yaşanmış bir kriz okuyalım:
Ambulans sol şeritten sirenle gelirken, kendi şeritlerinde olmadığı için sağ şeritteki arabalar gayet rahatlar. Oysa bu siren sağ şerittekiler için!
Çünkü sağ şeritteki araba duracak, önünde yer açılacak ki soldaki arabalar bu boşluğa girip sol şeritteki ambulansa yol açsın. Yoksa sağ şerit yol vermeden ilerlemeye devam ederse soldaki arabalar nasıl yol versin ambulansa?

Lütfen bu konuya dikkat edelim ve yukarıda yazılanları hep hatırlayalım. Ambulansın içinde yaşananları hiç öğrenmemeniz dileğimle...

Dr. Tijen Acarkan
Bu soruna bir çözüm de benden. Bu araçlara ambulans değil de cankurtaran denmesi gerektiğini düşünüyorum. Daha anlamlı geliyor ve daha çok harekete geçirici bir ifade! Böylece bir kısım vatandaşımız ambulansın anlamının "trafikte arkasına takılarak hızlı gidilmesini sağlayan bir araç" değil de "acil can kurtarmakla görevli ve yol verilmesi gereken bir araç" olduğunu daha iyi farkeder sanırım.

27 May 2008

haritaya fotoğraflar iliştirilmiş

Bugün google maps üzerinden haftasonu aöf sınavları için görevli olarak gideceğim Batman ilinin haritasına bakmak istediğimde yeni birşey farkettim. Yeni değilse bile ben yeni farkettim diyeyim. Google earth programında bulunan fotoğraf iliştirme olayı (ya da iliştirilen fotoğrafların görülebilmesi) g.maps ile gösterilen haritalarda da yapılmış. Güzel de olmuş yani. g.earth kurmadan direkt olarak g.maps üzerinden haritasına baktığım yerle ilgili fotoğraflara ulaşabildim :)

Aşağıda Türkiye'den bir görüntü...



Kendiniz bakmak için buraya tıklayın...

16 May 2008

galip gelensin


Türkçesi:
Kendini bazen işe yaramaz, hayata küsmüş ve moralsiz (depresif) hissedersen; milyonlarcasının içinde o en hızlı olan ve galip gelen minik sperm olduğunu hep hatırla :)


Nasıl ama? :)

24 Nis 2008

vurdum_onlari_:)

İki katlı bir evde oturan bir karıkoca tam yatmaya hazırlanırken karısı:

-Her halde garajda hırsız var, aşağıdan sesler geliyor der.
Adam camdan sessizce dışarı bakar ve:
-Evet, der. Dışarıda iki kişi var ve bizim eşyaları götürüyorlar...

Derhal polise telefon eder.
— Alo memur bey... Şu anda iki hırsız var ve garajdan eşyalarımızı çalıyorlar.
Acele araba gönderin, der.
Bunun üzerine polis:
- Evin içindeler mi? diye sorar.
— Hayır der adam. Garajdalar...
— Tamam, o zaman içerden kapıları iyice kilitleyin ve ses çıkarmadan
evde bekleyin.
Arabamız olduğunda göndeririz, çünkü şu anda bütün arabalar görevde...

Adam iki dakika sonra polise tekrar telefon eder.
— Biraz önce size garajda hırsız var diye telefon etmiştim ya...
— Evet!
— İkisini de vurdum!

İki dakika geçmeden bir sürü polis arabası ve bir de ambülâns gelir ve
hırsızları suçüstü yakalarlar.
Polisin biri adama yanaşır:
- Hani adamları vurdum demiştiniz?
— Hani siz de şu anda arabamız yok demiştiniz!

16 Nis 2008

değişebilen numaralı ayakkabı

Uzun zamandir yazmıyorum. Biraz beklemedeyim. Nisan ayında da en azından bir yazım olsun.
Biraz zamandan çalarak bu yazıyı hazırladım ve ham formatıyla kendi düzenlemelerimi yapmadan şurada gördüğüm ayak numarası değişebilen ayakkabıdan bahseden yazıyı HemenÇevir'den çevirerek aşağıya ekliyorum. İnsan çevirisiyle makine çevirisi arasındaki farkı gözlemek açısından güzel bir örnek.




Senin çocuğun, herhangi şekilde daha küçük olmuyor. Orada onların yaşlı ayakkabılarına hiçbir giden arka, hangi yollar değildir, her zaman yeni bir çiftin hakkındadır, ve sonra yeni bir tane, lakin başka bir yeni olanı. Sen, senin çocuğunu yeni kumaş ayakkabıların bir çiftine alırsın, ve onlar gelecek hafta, rahat ayakkabıya uymak için onların topuklarını uygunsuz bırakan büyüyen bir fışkırma boyunca gider.

InchWorms gösterisi, senin çocuğunun ayağıyla beraber büyüyerek sabit olarak büyüyen çocuğu yerleştirir. Senin, onların, aynı yaşlı tasarımla ilgilendirdiğini tutarken onun hakkında rahatsız etmek zorunda olduğun tek şey, ve onların, tabanda bir deliği yırtmadığına emin olmak. — Andrew Dobrow
Bu yazıyı ilk gördüğüm kaynağı tekrar vereyim ki çalıntı olmasın...

İşte bu da benim çevirim:

Hepimizin bildiği gibi çocuklar hiç küçülmemek üzere çok hızlı bir şekilde büyürler. Dolayısıyla ayakları da aynı şekilde hızlı bir gelişim gösterir ve daha önceden giydikleri ayakkabıya dönüş gibi bir seçenekleri yoktur. Siz de sürekli yeni bir çift ayakkabı almak zorunda kalırsınız. Fakat bir hafta sonra adeta fışkırarak büyüyen çocuğunuzun yeni ayağı eski ayakkabısında rahat edemez.

Inchworms firmasının ürettiği bu yeni ayakkabılar çocuğunuzun hızla büyüyen ayaklarına göre ayarlanarak numaraları büyütülebilen bir tasarıma sahip. Dolayısıyla, bu ayakkabıları giyen cocuğunuzun ayaklarıyla ilgili endişe edebileceğiniz geriye bir tek şey kalıyor. O da ayakkabıların altının delinip delinmediği :)

24 Mar 2008

90/10 sırrı

90/10 Sırrını keşfedin. Bu hayatınızı değiştirecek.

Bir örnek verelim:

Ailenizle kahvaltı yapıyorsunuz. Kızınız, kahve fincanına çarpıyor ve bir fincan kahve gömleğinizin üzerine dökülüyor. Biraz önce olan olay üzerinde hiç bir kontrolünüz yok. Sonradan olacaklar ise sizin davranışınıza göre belirlenecek. Lanet ediyorsunuz. Kahveyi üzerinize döktüğü için kaba bir şekilde kızınızı azarlıyorsunuz. Kızınız üzülüyor ve ağlamaya başlıyor. Kızınızı azarladıktan sonra eşinize dönüyor ve kahve fincanını masanın kenarına çok yakın koyduğu için eleştiriyorsunuz. Bunu kısa bir sözlü tartışma takip ediyor. Öfkeyle üst kata çıkıyor ve gömleğinizi değiştiriyorsunuz. Aşağıya indiğinizde kızınızı, ağlamaktan dolayı kahvaltısını bitirememiş ve okul için hazırlanamamış bir halde buluyorsunuz. Kızınız otobüsü kaçırıyor. Eşinizin işe gitmek için hemen çıkması gerekiyor. Hemen aceleyle arabanıza koşuyorsunuz ve kızınızı okula bırakmak üzere hareket ediyorsunuz. Geç kaldığınız için, saatte 50 km hız sınırlaması olmasına rağmen, saatte 70 km hızla gidiyorsunuz. 15 dakikalık gecikmeden ve hız sınırını aştığınız için ödediğiniz 160.000.000 TL'lık trafik cezasından sonra okula ulaşıyorsunuz. Kızınız size "Hoşçakal" demeden binaya koşuyor. İşyerinize 20 dakika gecikmeyle geliyorsunuz ve evrak çantasını evde unuttuğunuzu anlıyorsunuz. Gününüz korkunç bir şekilde başladı! Devam ettikçe, kötüleşiyor, daha da kötüleşiyor sanıyorsunuz. Eve gitmeyi dört gözle bekliyorsunuz. Eve ulaştığınızda eşiniz ve kızınızla olan ilişkilerinizde araya sıkıştığınızı sanıyorsunuz.

Neden?

Sabahleyin nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak! Neden kötü bir gün geçirdiniz?

A) Kahve sebep oldu.

B) Kızınız sebep oldu.

C) Polis sebep oldu.

D) Siz sebep odlunuz.

Cevap "D" şıkkı. Kahvenin dökülmesinde sizin bir kontrolünüz yoktu.

Sizin gününüzün kötü geçmesine o 5 saniye içindeki davranışlarınız sebep oldu. Olabilecek ve olması gereken ise şöyleydi. Üzerinize kahve sıçradı. Kızınız ağlamak üzere. Siz nazikçe "tamam tatlım, bir dahaki sefere biraz daha dikkatli olman gerek " diyorsunuz. Havluyu kaptığınız gibi üst kata çıkıyorsunuz. Gömleğinizi değiştirip, evrak çantasını aldıktan sonra aşağıya iniyorsunuz ve aynı anda pencereden kızınızın otobüse bindiğini görüyorsunuz. Kızınız geri dönüp el sallıyor. Siz ve eşiniz ise gitmek için birlikte çıkmadan önce öpüşüyorsunuz. 5 dakika önce işe geliyorsunuz ve çalışma arkadaşlarınıza neşeli bir şekilde selam veriyorsunuz. Patronunuz ne kadar güzel bir günde olduğunuz hakkında konuşuyor. Farka bakın! İki farklı senaryo. İkisi de aynı başladı. İkisi de farklı bitti.

Neden?

90/10 sırrı inanılmazdır! Çok azımız bunun farkındadır.

Sonuç? Pek çok insan gereksiz yere stresten, dertlerden, problemlerden ve baş ağrısından acı çekmektedir. Bu sır nedir? Hayatın % 10'u, sizin başınıza gelenlerden oluşur. Hayatın diğer % 90'ına ise, sizin bu başınıza gelenlere nasıl davrandığınızla karar verilir.

İnsanlar anlamsız şeyler söyler ve yaparlar. İnsanlar hasta olurlar. Arabalar bozulurlar. Uçaklar geç kalır ve bütün planlarımızı alt üst ederler. Trafikte bir sürücü canımızı sıkabilir v.s. Bu % 10'luk kısım tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir. Diğer % 90'lık kısım farklıdır. Diğer % 90'lık kısmı siz belirlersiniz. Nasıl? Olaylara yaklaşımınızla! Nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak. Gerçekten olanların % 10'unda hiç bir kontrolünüz yok. Diğer % 90'ı ise, sizin tepkinizle gelişmekte...

yok boyle geyik

TV'yi açtığım zamanlarda kanalları en az 5 defa baştan sarıp tekrar geziyorum (KabloTv, uydu alıcı, vb hizmetlerden henüz yararlanmıyorum :)). Malumunuz, izlenecek doğru düzgün birşeyler bulmak zor. Şimdi aşağıdaki yazı, bir arkadaşımdan gelmiş. Hoşuma gitti, paylaşayım dedim. Teşekkür ederim Mehmet.
Hande mi yener, Funda mı arar? Hayır! Seray sever.
Bu üçüne önce Nejat işler sonra da Ahmet çakar.
Bu geyik Celal'i bayar, bu geyiğe dayanamayan Ferhat göçer,
Yıllar sonra bunlar tarih olur, o tarihi de Gönül yazar, Mehmet okur.

Bu mesajı 10 kişiye gönderirsen dileklerin kabul olur. Buna da anca Kadir inanır....

Buyrun! gülelim mi, ağlayalım mı?

29 Şub 2008

matematik

Fıkra:
İki Matematikçi, aralarında mesleklerinin ne kadar önemli olduğunu konuşuyorlar. Sonra içlerinden biri diğerine dert yanıyor:

"Ah azizim ah! Matematiğe yeterince önem verilmiyor. Aslında konuya devlet el atmalı ve Matematik bilmeyenlerden vergi toplanmalı."

Diğeri cevap veriyor: "Sayısal Loto da bu işe yarıyor zaten."

:))))))

Teşekkürler Sedat.

14 Şub 2008

şifre avcılığı



Yukarıdaki e-posta birkaç defa geldi. Benim Akbank Online Bankacılık hesabım yok, hiç olmadı. Bu tür sahte e-postalara aşina olduğumdan hemen gönderilen bağlantının gerçekte nereye bağlantı kurduğuna baktım. Sonuçta Rusya uzantılı bir siteye yönlendiriyordu. Bu bir phishing (şifre avcısı) e-postaydı.

Babylon sözlüğünden;
Phishing, İngilizce "Password" (Şifre) ve "Fishing" (Balık avlamak) kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuş, kullanılan illegal yollarla bir kişinin şifresini veya kredi kartı detaylarını öğrenmesine denir. "Phisher" diye tanımlanan şifre avcıları, genelde e-mail vb. yollarla şahıslara ulaşır ve onların kredi kartı vb. detaylarını sanki resmi bir kurummuş gibi isterler. Bu "av"a karşılık veren kullanıcıların da hesapları, şifreleri vb. özel bilgileri çalınmaktadır.
Eğer bağlantıya tıklayıp da sayfayı açsaydım, muhtemelen Akbank internet sayfasının bir kopyasıyla karşılaşacaktım ve adrese bakmadıkça sayfanın sahte olduğunu farketmeyecektim. İpucu: Aslında doğru sayfada olup olmadığınızı görmenin çok kolay bir yolu var: Sayfa açılınca hemen adres çubuğundaki adresi inceleyebilirsiniz.

Yukarıda ekran görüntüsünü verdiğim e-postayı, gmail'in bir özelliği olan "report as phishing" seçeneğiyle işaretledim (Reply butonuna basınca açılan listede var).

Birçok bankanın adını paravan olarak kullanan böyle kandırıkçı e-postalardan çok var. Örneğin Birkaç yıl önce, Vakıfbank'tan (gerçek adresi: www.vakifbank.com.tr) gelmiş gibi görünen ve yukarıdaki iletiye benzer bir e-postadaki bağlantıya baktığımda adreslerin "www.vakifbank.com/tr" ya da "www.vaklfbank.com/tr" (i değil küçük L) gibi ilk bakışta yanıltıcı adresler olduklarını farkedip, hemen bir kopyasını müşteri hizmetlerine göndermiştim. Daha sonra bankadan bir uyarı yayınlanmıştı.

Üstelik, sadece bankaların değil, mail hesaplarının ve özel hesapla girilen şifreli sayfaların da böyle kandırıkçı yöntemlerle yani sahte giriş sayfaları yoluyla "sazan" kullanıcıların direkt bilgilerini girmeleri neticesinde ele geçirilebildiğini öğrenmiştim. Bilmiyorduysanız siz de biliyorsunuz artık.

Aman dikkat! Öyle her gördüğümüz bağlantıya balıklama tıklamayalım! Önce sağa sonra sola bakıp pardon önce bağlantının neyin nesi olduğuna bakıp emin olduktan sonra tıklayalım. Küçük bir dikkat, daha güvenli işlem yapmanızı sağlayacaktır.

Bir ipucu: Eğer durum çubuğunuz (status bar) gözükmüyorsa, tarayıcı pencerenizdeki görünüm menüsünden görünür hale getirebilirsiniz. Böylece farenizle herhangi bir bağlantının üzerine geldiğinizde, bağlantının nemenem olduğunu görebilirsiniz.

10 Şub 2008

dünyanın harikaları (:

Resimli olarak Dünyanın yedi harikası ile ilgili makale hazırlama üzerine Pınar'a bir mim borcum vardı, fii tarihinden. Vicdanım sızladı iyice, artık kapatalım defteri :)

ESKİ HARİKALAR

Vikipedi'den bakarsak Dünyanın Yedi Harikası başlığı altında bilinen eski harikalar şöyle listelenmiş. Ayrıntıları buraya çok fazla geçmeyeyeyim. Merak ederseniz bağlantıya girip detaylara bakarsınız:

1. Mısır Kahire'deki Keops Piramidi
2. Mezopotamya'da Fırat Nehri'nden beslenen Babil Asma Bahçeleri
3. Olimpiyatlara ismini vermiş olan Olimpia'daki Zeus Heykeli
4. İzmir Efes'teki Artemis Tapınağı
5. Rodos Heykeli
6. Faros adasındaki İskenderiye Feneri
7. Bodrum'daki Halikarnas Mozolesi



Yukarıda verdiğim bağlantıya girip de bakarsanız, bunların çoğunun Avrupa medeniyetinin, kendi temeli olarak aldığı Eski Yunan döneminde yapılmış, o zamanın teknolojisine göre (şimdi bile) çok büyük yapılar olmaları gibi ortak özelliklere sahiptirler. Bir diğer özellikleri de uygarlıklara yataklık yapmış olan Anadolu'yla çok ilgili olmalarıdır.

YENİ HARİKALAR

İsviçre merkezli "New7Wonders Vakfı", dünyanın yeni 7 harikasını belirlemek için başlattığı yarışmaya 21 finalist eser katılmış. Dünyanın dört bir yanından milyonlarca kişi, cep telefonuyla ve Yeni Yedi Harika adlı internet sitesinde 6 yıl boyunca oy kullanarak dünyanın yeni 7 harikasını seçmiş (Bizde de böyle bir zincir e-posta dolaşmıştı bir ara, Ayasofya'yı seçtirmek için, yanlış hatırlamıyorsam). Oylama 07/o7/07'de sona ermiş. Portekiz'in başkenti Lizbon'da ilan edilen Dünyanın yeni 7 harikası;

1. Ürdün'deki Petra Antik Kenti
2. Çin Seddi
3. Brezilya'daki Kurtarıcı İsa Heykeli
4. Peru'daki Machu Picchu Antik Kenti
5. Meksika'daki Chichen Itza Piramidi
6. İtalya'nın Roma kentindeki Kolezyum
7. Hindistan'daki Tac Mahal anıtmezarı



New7wonders sitesinde bir de Doğanın Yedi Harikası isimli bir oylamanın da olduğunu öğrendim.

Bir de modern dünyanın mimarî harikaları diye bir liste varmış. İnsan elinden çıkma muazzam yapılardan fotoğraflarla bahsedilmiş.

HARİKALARIN HARİKALARI

Şimdi ben yukarıdakilere ek olarak kendi harikalarımı listelemek istiyorum :) Ama listeyi 7'yle sınırlayamayacağım. Herkesin kendi harika bulduğu şeyler farklı olabilir... Buyrun benim harikalarım:

1. Atom'un (iç parçacıklarıyla) kendisi ve atomların bildiğimiz yapıları oluşturacak şekilde biraraya gelmeleri. Atom deyip geçmemek gerek; okullarda bize hiç öğretilmeyen atom altı parçacıkları var. İşte bazıları: elektron, proton, nötron, pozitron, lepton, kuark, notrino, baryon, mezon, hadron, fermion, bozon, gluon, (foton, graviton, Z0, ...) ...[eminim ki bu üç noktanın yerine başka şeyler de gelecektir, bilim geliştikçe]

2. DNA yapıları ve genetik kodlama (1. harikayla bağlantılı)

3. Canlı hücre ve bu hücrelerin organizmaları oluşturacak şekilde biraraya gelmeleri (1. harikayla bağlantılı) [Bu konuda bir yazım vardı, o yazımda belirttiğim animasyon galerisine ek olarak şu videolara da bakınız]

4. Beynin çalışması. (3. harikayla, dolayısıyla yine 1. harikayla bağlantılı)

5. İnsanın algı mekanizması. (4. harikayla, dolayısıyla yine 1. harikayla bağlantılı)

6. Bir takım seslerin nasıl da uyumlu bir şekilde müzik denilen harikayı oluşturdukları da bir başka harika. (5 ve 1)

7. Işığın hem maddecik hem de dalgacık özelliği gösterebilmesi. (1)

8. Dünyanın kendisi ve bilinen tüm evren. (yine 1. harikayla bağlantılı sanırım)

9. Sevmek, sevilmek (Henüz diğer harikalarla bağlantısı bilimsel anlamda kesin olarak kanıtlanamadı sanırım) ve diğer duygusal tepkiler...


Liste bu şekilde uzayıp gidebilir. Yazamadığım harikalara haksızlık yapmak istemem ama Bunlardan bazıları birçoğumuzun - denizin içindeki balığın denizi farketmediği gibi - farketmediği harikalar aslında değil mi? Verdiğim ilk iki harikalar listesinde insan gözüne büyük görünen ve insan elinden çıkmış yapılardan bahsediliyor çoğunlukla. Bu üçüncü listede insan gözüne bile görünmeyen yapılar benim harikalar listemi doldurmakta. Bilim geliştikçe bunları anlamaya yaklaşacaktır insanlık... Bekleyelim ve görelim!

6 Şub 2008

canım kızıma / canım oğluma mektup

Benim yaşlandığımı düşündüğün gün (ki yaşlı olmayacağım),
Sabırlı ol lütfen ve beni anlamaya çalış.

Yemek yerken üstümü kirletirsem,
Üzerimi değiştirecek gücüm yoksa,
Lütfen sabırlı ol.
Benim sana bir şeyler öğretmek için seninle ilgilendiğim zamanları hatırla...

Seninle konuşurken,
Sürekli aynı şeyleri 1000 kere tekrarlıyorsam,
Sözümü kesme, beni dinle.

Sen küçükken,
uyuyana kadar sana aynı hikayeyi
1000 defa tekrar tekrar okumak zorunda kalıyordum...

Banyo yapmak istemediğimde,
Beni utandırma ya da azarlama,
Seni banyoya götürmek için icat ettiğim küçük yöntemlerimi ve oyunlarımı hatırla…

Yeni teknolojiler karşısındaki cahilliğimi görürsen,
Bana zaman tanı ve beni yüzünde alaycı bir gülümsemeyle izleme…

Bazı zamanlarda unutkan olursam yahut konuşmalarımızda ipin ucunu kaçırırsam,
Lütfen hatırlamam için gerekli zamanı bana tanı.
Eğer hatırlayamazsam, sinirlenme.
Çünkü asıl önemli olan benim konuşmam değil,
Senin yanında olabilmem ve senin beni dinliyor olmandır.

Ben sana bir sürü şeyi nasıl yapacağını gösterdim.
İyi yemek yemeyi, iyi giyinmeyi, yaşamı göğüslemeyi...

Eğer birşey yemek istemezsem, baskı yapma bana.
Ne zaman yemem ya da yememem gerektiğini ben gayet iyi bilirim.

Ve yaşlı bacaklarım yürümeme izin vermediğinde,
Bana elini ver.
Tıpkı benim sana ilk adımlarını atarken elimi verdiğim gibi...

Ve bir gün artık daha fazla yaşamak istemediğimi
ve ölmek istediğimi söylediğimde,
Kızma. Birgün anlayacaksın...

Yaşımın, zevk alma değil,
Artık idareten yaşama yaşı olduğunu anlamaya çalış...

Bir gün şunu anlayacaksın:
Hatalarıma karşın hep senin için iyi olanı gerçekleştirmeye çabaladım
ve senin yolunu hazırlamaya çalıştım...

Senin yanında olduğumda üzgün, kızgın ya da güçsüz hissetme kendini...

Benim yanımda olmalısın, beni anlamalısın ve bana yardım etmelisin...

Yürümeme yardımcı ol ve yolumu sabırla sevgiyle bitirmeme...

Benim için yaptıklarını,
bir gülümseme ve senin için her zaman taşıdığım
çok derin bir sevgi ile geri ödeyebilirim ancak.

Seni çok seviyorum oğlum/kızım
Ve hep seveceğim.
Bunu sakın unutma...

BABAN ve ANNEN

RSS nedir? sorusuna bir cevap daha



Türkçe bilişim sayfası ŞiftDileytNet de RSS nedir? sorusuna cevap vermiş. Öğrenmek isteyenler için oldukça yararlı olacaktır. Herkesin kullanmaya başlaması gerek bu web teknolojisini artık.

4 Şub 2008

soğuk algınlığı ve grip (2)

Kendi geçirdiğim hastalıktan yola çıkarak, edindiğim bilgileri herkesle paylaşmak istiyorum. Çünkü tamamen iyileşmem 3 haftamı aldı!

Şuradaki yazıdan da kısmen yararlanarak soğuk algınlığı ile ilgili bilgiler vermek istiyorum. Bir iki ay geç kalmış bir yazı olsa da herkesin işine yarayacaktır. Hepimizin bildiği gibi şu sıralar kuzey yarımkürede kış mevsimi ve özellikle ülkemizde kışlar soğuk geçer. Dolayısıyla soğuk algınlığı ihtimali çok yüksektir bu aylarda. Fakat aşağıdaki maddeleri gündelik hayatımızda uygularsak hasta olma riskini de en aza indirebiliriz. Az çok hepimizin bildiği şeyler bunlar:

-- Ellerinizle yüzünüze dokunmaktan kaçının. Soğuk algınlığı virüsleri, göz, burun ve ağız yoluyla kolayca vücuda girebilir.
-- Özellikle ellerinizi sık sık yıkayın.
-- Hasta olan ve olması muhtemel insanlardan mümkün olduğunca kaçının. Bu, gerçekten de başarılabilir :) Herkesi öpmenize gerek yok.
-- Etrafınızı temiz tutun. Soğuk algınlığı virüsleri, ofiste telefonlarda, klavyelerde, farelerde veya merdiven tutamaklarında üç saate kadar yaşayabilir. Toplu taşıma araçlarında, özellikle tutamaklarda virüsler de (veya mikroplar da) seyahat eder :). Eğer sıklıkla dokunduğunuz yerlere hasta birisi dokunduysa buraları bir dezenfektanla temizlediğinizden emin olun.
-- Hastalığı ilk hissettiğinizde ekinezya ve bitki çaylarıyla vücut direncinizi artırın. Tavuk suyu çorbası da süper bir destektir.
-- Bol bol C vitamini ve vitamin desteği alın. Örneğin, her gün portakal suyu içmeyi veya portakal tüketmeyi deneyin. Kivi de bir alternatif.
Ve eğer hasta olan sizseniz, iyileşene kadar ortalıkta dolaşmayın, evinizde dinlenin. Düşünceli olun ve virüsü yaymamak için hapşırırken ağzınızı kapatın. Yine ellerinizi sıklıkla yıkayın.

Bu önlemler aslında bütün hastalıklardan korunmak için uygulanabilirler.
Şimdi biraz araştırma sonuçlarından bahsedelim: Soğuk algınlığı (nezle) ve grip genellikle aynı hastalıkmış gibi algılanmakta. Fakat bu ikisi, farklı virüslerin yol açtığı ve belirtileri farklı hastalıklardır. Vikipedi'den alıntı yapayım:
Nezle (Akut nazofarenjit), Rhinovirüsler denilen bir Virüs türünün neden olduğu ve acil tedavi gerektirmeyen, kendiliğinden 7-10 gün içinde geçen, burun akıntısı, ateş gibi belirtilerle ortaya çıkan bir enfeksiyon hastalığıdır.

Grip (İnfluenza) ise daha ani başlayan ve sıklıkla ateşin daha yüksek seyrettiği bir hastalıktır. Salgınlar yapar ve yatağa düşürür. Grip de normalde 1 haftada iyileşen bir hastalıktır.

Nezle veya grip için hiçbir antibiyotiği kullanmaya gerek yoktur. Çünkü antibiyotikler bakteriler için üretilmiş ilaçlardır ve virüslere pek etkili olamazlar. Hatta çapraz ve yanlış kullanım durumunda vücuttaki yararlı bakterileri de öldürüp olumsuz etki yapabilirler.

Doktorlar bu tip rahatsızlıklarda vücudu güçlendirici vitamin ve minerallerle birlikte, vücudun savunma mekanizmasında oluşan açıklara karşı savunma amacıyla antibiyotik önerirler. Nezle iyi tedavi edilmediği durumlarda orta kulak iltihabına, sinüzite veya bronşite yol açabilir.

Nezle için kanıtlanmış bir tedavi yoktur. En güvenilir tedavi yöntemi bol sıvı tüketmek ve istirahat etmektir.

Grip aşılarından bahsedecek olursak; Grip virüsü, genetik kodu çok çabuk bozulup değişebilen bir virüs olduğundan bir sene önceki virüs için üretilmiş aşı o yıl işe yaramayabiliyor. Dolayısıyla vücudun destek sistemini güçlendirici tedavi uygulamak, bol sıvı tüketmek ve istirahat etmek en güvenilir çözüm olarak görünüyor.
Ayrıca; Bilkent sağlık merkezinin şuradaki sayfasında da nezle ve grip hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiş. Soğuk algınlığınızın iyileşmesini beklerken alınması gereken önlemlerden bahsedilmiş. Göz atmanızda mutlaka fayda var.
Kısacası vücudun kendi savunma sistemini destekleyip güçlendirerek bu hastalıklardan kurtulabiliriz. Ve en önemlisi hasta olmadan önce önlemini almak! (Bu yazı dizisinin birinci serisinde belirttiğim alınan bazı dersler kısmına bakınız!)

3 Şub 2008

soğuk algınlığı ve grip (1)

Yaklaşık üç hafta önce tam da işlerimin, sınavlarımın ve ödevlerimin yoğunlaştığı bir sırada, yani stres ve uykusuzluk had safhada iken, havaların da iyice soğuduğu bir sabah, nezle olmaya başladığımı farketmiş ve hemen hastaneden randevu almıştım. Benim gibi hasta olanların sayısı çoğalmış olsa gerek, KBB için ertesi gün öğleden sonraya ancak randevu vermişlerdi. Ben de vitamin desteği ve uyku ile biraz olsun kendime gelmiştim hastaneye gidene kadar.

Doktor, ben belirtileri kendisine anlattıktan sonra boğazıma baktı ve reçeteye nazofarenjit(nezle) yazdı. Bir de soğuk algınlığı ilacı (theraflu forte) ile şurup yazmıştı. Haftasonuna girmek üzereydim ve - genellikle haftasonlarında pilim biter - yarı batarya moduna geçmiştim. İşleri yetiştiremediğimden, düzenli yemek de yiyemiyordum (Hata). Dolayısıyla ilaçları da düzenli alamadım (Hata). Fakat biraz iyileşir gibi olduğumdan sallamış bulundum ilaçları (İşte büyük hata da burada yapılmış oldu). İki gün sonra Salı günü akşamına eve zar zor girmiştim. Kafam gayet iyiydi, yani hafiften uçuk gibiydim ve eve girdiğimde çok üşümeye başladım. Hemen yatağa girdim. Gece uyuyup uyuyamadığımı hatırlamıyorum.

Çarşamba sabahı çok fena başım dönmekteydi ve ayağa kalkacak halim de yoktu. Canım kardeşimle taksiye atlayıp hemen hastanenin aciline uçtuk. Nezle virüsünün üstüne bir de grip virüsünü almıştım sanırım :( Bir sonraki haftasonuna kadar istirahat aldım (Yapılacak olan işler yattı). Pazar gününe kadar abartısız günde ortalama 12 saatten fazla yattım (o zamana kadar günde 5-6 saat falan uyuyordum). Fakat geceleri burun tıkanıklığından uyuyamadım. İşkence gibiydi. Neyse çok şükür iyi bakım sayesinde (Kardeşim ve annem sağolsunlar, canlarım benim :)) atlattım. Ama kendi ihmalimi hiç unutmuyorum... Uzun zamandır böyle hasta olmamıştım. Sağlığımın değerini unutmuşum iyi oldu bir açıdan.

Alınan derslerden bazıları:
- Düzenli uykuya geçilecek (geceler uyumak içindir).
- Düzenli beslenmeye geçilecek (bulaşıktan korkmak yok).
- Verilen ilaçlar düzenli olarak ve bitirene kadar kullanılacak.
- Sağlığın değeri elden gitmeden bilinmiyor. Sağlık yoksa diğer herşey önemsizleşiyor. Tamamen iyileşene kadar da diğer şeylerle ilgilenemiyorsunuz. Çünkü ilaçlar hep yan etki yaparak görüşünüzü ve dikkatinizi etkiliyorlar.

(Bir sonraki yazıda nezle ve gripten korunmanın yollarını yazacağım)

paylaştıklarım (rss)

Bugün blogun arayüzünü değiştirdim ve yeni görünümde üç sütun var. Umarım beğenirsiniz. En soldaki geniş sütun, blog gönderilerinin yayınlandığı standart sütun. Dar olan diğer sütunlara ise değişik modüller yerleştirdim. Bunları bir önceki şablondan hatırlarsınız. Bu yeni şablonla birlikte yeni bir modül daha ekledim:"paylaşıklarım (rss)". Şimdi onun ne olduğunu anlatmak istiyorum:

Ortalama üstü bir blog takipçisi olduğumu düşünüyorum (kayıtlı 40 blog) ve g-reader ile takip ettiğim bloglarda yayınlanan yazılardan paylaşmak istediklerimi Share bayrağı ile işaretliyorum.

İşte bu paylaştığım yazılar google reader tarafından yeni bir blog olarak derlenerek yayınlanıyor. Bu derleme blogun adı da sukru.gorgulu's shared items. Google Reader kullanan herkesin kendi paylaşılan yazılar blogu mevcut ve benimkinin adresi işte burada. (google reader'i kullanmak için ücretsiz gmail hesabınızın olması yeterli)


Şimdi 3. sütundaki paylaştıklarım(rss) modülüne gelirsek; Bu modülde en son paylaştığım 10 yazı listeleniyor. Eğer paylaştığım yazıların hepsine bakmak isterseniz, modülün altındaki 'Read more...' bağlanıtısına veya yukarıda verdiğim shared items bloguna bakabilirsiniz.


Yeni yazı yazamadığım zamanlarda, takip ettiğim bloglardan seçtiğim yazıları paylaşıyorum sadece. Yani blogumu çok sık güncellenmeyesem bile paylaştıklarım derleme blogunu güncellemeye devam edebilirim. Bu yeni derleme blogunun da rss adresi var ve takip listenize alabilirsiniz :)


Blogdaki bir diğer yenilik de adsense :) Artık reklam yayınlıyorum blogda. Vakit ayırıp da henüz tam olarak araştırmadığımdan iç işleyişini anlayamadığım için reklamlar sürekli görünmüyor. Neyse bir ara onu da anlarım.

Not: Bu google reader da adsense gibi Türkçe hizmet verse çok güzel olacak!

çok işim var(dı)

Uzun zamandır bloga birşeyler yazmaya hevesim yoktu. Bu yazıyı yazmamın amacı da son paragraftaki bağlantıyı paylaşmak. Bir de resimdeki çöp kutusu tasarımını paylaşmak istedim. Eğlenerek çöp atmanın değişik bir yolunu bulmuşlar gibi :) Resme tıklayarak özgün tanıtıma uçabilirsiniz.
Yakın zamanda işlerimin çok(!) olmasından ve zamanımın yetmemesinden dem vurmaktaydım. Genel bir şikayet modundaydım ve yoruldum. Hatta yaklaşık iki hafta önce de hasta olup 4 gün yattım. Çok ilginç olan hastalık deneyimimi de yazacaktım ki hevesim kaçtı.

Açıkçası içinde bulunduğum anda, bir önceki güne göre kendime veya çevreme olumlu ve pozitif bir şeyler katmadıysam (ya da bu katkıyı göremediysem), bu durumdan memnuniyetsizlik duyuyorum. Bu güzel bir şey gibi görünüyor. Fakat şu sıralar bu memnuniyetsizliği gidermeye yönelik eyleme geçemeyecek kadar yorgun hissetmekten de kendimi alıkoyamıyorum.

Ben böyle kendimle uğraşmakla meşgulken 6'ıncı sınıfta okuyan bir öğrencinin o kadar işinin arasında bir de başka şeylere nasıl vakit bulabildiğini ve hala çocuk kalabildiğini anlatan yazının Türkçe çevirisini okuyunca oldukça ibretlik buldum ve okumanızı tavsiye ederim. İsteyenler yazının İngilizce orjinaline buradan da ulaşabilirler.