25 Ara 2007

karlı dağlardaki sır

TRT tarafından hazırlanan Karlı Dağlardaki Sır adlı programı izlemenizi tavsiye ederim. Bu linkten de detaya ulaşabilirsiniz.

Dünya’da ilk kez TRT’de…

Tarihe yeni bir bakış açısı getirecek olan “Karlı Dağlardaki Sır” TRT’de ekrana geliyor. Orta Asya’da 10 bin kaya üzerindeki 100 bin resim, ilk kez TRT tarafından görüntülendi. Belgeselle birlikte Orta Asya’daki Saymalıtaş’ta yer alan resimler gün ışığına çıkıyor.

Yapımcılığını Servet Somuncuoğlu’nun üstlendiği program için Rusya, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Türkiye’de yapılan çalışmalarda incelemeler 138 gün, çekimler ise 93 gün sürdü. Tanrı Dağları’nın uzantısı olan Ala Dağlarda, 3 bin 500 rakımdaki Saymalıtaş’ta yer alan 10 bin kaya üzerindeki 100 bin kaya resmi, dünya televizyonları arasında ilk kez TRT tarafından görüntülendi ve böylece tarihin gizem dolu sırlarına ulaşılmaya çalışıldı.

Otuz ayrı alanın mukayeseli görüntü ve bilgilerinin yer aldığı yapım için kat edilen yollar ve ülkeler oldukça kabarık. Orhun Abideleri’nden başlayan araştırmalar Gobi Çölü’ne kadar uzanıyor. Binlerce yıllık bir süreçte meydana gelen bu alandaki kaya resimlerinde insanoğlunun sadece doğada gördüklerinin yanı sıra insan-tabiat ilişkisini anlatan resimlere de rastlamak mümkün. Kaya resimlerinde en çok dikkati çeken figürleri ise keçiler ve geyikler…

Yayın:
28.12.2007 02:05 / TRT2
28.12.2007 22:30 / TRT2
29.12.2007 07:25 / TRT2

Kısa tanıtım:

9 Ara 2007

Bir genç kızın iç dünyası ve sigara

Uzun zaman oldu ve bir sonraki yazım için de uzun zaman geçebilir. Şimdiden iyi bayramlar ve iyi yıllar diliyorum herkese. Bu arada 12 Aralık'ta blogum bir yaşına girmiş olacak :)

Bu yazımı sigara düşmanlığına (!) ayırdım. Hoşumuza gitmese de acı gerçekler aşağıda net bir şekilde görülüyor. Ben artık sigara içenlerin, içmeyenlerin sağlık haklarını hiçe sayarcasına her yerde tüttürmesine dayanamıyorum. Zaten sigara dumanına alerjisi olan biri olarak sigaralı ortamlar beni fevkalade rahatsız etmekte. Kibarca rica edilince genelde sigaralar söndürülmekte veya ortam havalandırılmakta ama neden rica etmek zorunda kalıyorum? Sigara içen kişi düşüncesiz mi?

Bir de üstüne dumanın tiksindirici kokusu sinmiş olarak dolaşanlar yok mu! Hiç mi farkında değiller acaba diye her seferinde düşünmeme neden oluyorlar.


(Resmi canavardan buldum)



Gençliğinize güveniyorsanız bilemem. Ama sigaranın bırakıldığı andan itibaren, bağımlılığın neden olduğu ölümcül etkilerden ve risklerden tamamen (%100) temizlenmek uzun sürüyor (yaklaşık 10 yıl) fakat bünye, ilk dört ayın sonunda belirgin etkilerden büyük oranda kurtuluyormuş.

Diyelim ki bırakmaya karar verdiniz, teknik destek alın. Kişisel çabalar garantili olmayabilir. Profesyonel yardım almak gerek. Hem şimdi elektronik sigara gibi teknolojik çözümler de çıktı.

Kazanılacak sağlığın yanında ödenen paralar da boşa gitmeyecek. Zaten 2-3 günde bir sigara almak için sürekli harcanan paranın haddi hesabı yok. Onu bu sefer, sağlık için harcamış olacaksınız ve öteki gibi sürekli değil, 1 defada çıkacak.

Sigara içmenin hazzını ve verdiği rahatlamayı bilmeyenlerin, kendilerini anlayamacağını düşünenleri de biliyorum. O zevkin karşılığında ödediğiniz ve ödettiğiniz bedelin farkında mısınız?

Sigaranın, en azından aktif hareketliliği büyük oranda kısıtladığını, merdivenleri çıkarken nefes nefese kalan yaşıtlarımdan biliyorum.

Neyse, anlayan anladı...

Sigarayı azimle bırakmış olanlara takdirlerimle sevgiler. Bir daha bulaşmamanızı dilerim.
Bırakmayı düşünen arkadaşlarıma da bir an önce uygulamaya geçin, bana da haber verin :) diyorum.

Bir tane de video:

6 Kas 2007

kablosuz hafıza kartı


Takıldığı herhangi bir cıhaza kablosuz (Wi-Fi) özelliği kazandıran SD kart çıkartmışlar... Newlaunches'da, ardından da Bildirgeç'te geçmişti bu haber.

Kablosuz bağlantı özelliği olan bir sayısal fotoğraf makinası işlerimizi çok kolaylaştırırdı herhalde. Neden mi? Şu andaki uygulamada çektiklerimizi bilgisayara aktarmak için ya makinayı bilgisayara bağlamak ya da hafıza kartını kart okuyucuya takıp resimleri almak gerekiyor. Bu kartı alıp kameranıza taktığınızda elinizde kablosuz özelliği olan bir kamera olacak!

"The Eye-Fi" kartı otomatik olarak ortamdaki kablosuz ağları buluyormuş ve kayıtlı olduğunuz ağdan, çektiğiniz fotoğrafı anında bilgisayarınıza aktarmaya başlıyormuş. "Çek, resim kendisi bilgisayarına gelsin!" Eğer etrafta bağlanılacak uygun bir ağ yoksa aynı zamanda 2 GB hafızası olan bu kart bildiğimiz SD kart olarak çalışıyormuş ve uygun bir ağ bulduğunda da hafızasındaki resimlerin aktarımını gerçekleştiriyormuş. Fiyatı da 100 Dolar civarındaymış.

Adamlar yapmışlar! Güzel düşünce...
Gerçekten de ben kendi çektğim resimleri bilgisayara aktarma konusunda oldukça üşengeç davranıyorum. Bu kendisi küçük ama marifeti büyük teknoloji, bu derdime derman olur gibi. Bakalım buralara geliş fiyatı nasıl olacak?

sıfır dediğimde

Bu film çok güzel bir yerli yapım olarak en yakın zamanda görülesi (izledim tabii ki).
Gerçek hayata uyanın!

Devamını da çekseler keşke...

30 Eki 2007

iki şey

Son yazılarımda sürekli alıntı takılıyorum ama en azından yazayım birşeyler...
İKİ ŞEY

-İki şey seni "nitelikli insan" yapar:
1. İradeye hakim olmak, kendini kontrol edebilmek
2. Uyumlu olmak

-İki şey sana "ekstra değer" katar:
1. Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2. Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek

-İki şey seni geri bırakır:
1. Kararsızlık
2. Cesaretsizlik

-İki şey seni kaşif yapar:
1. Nitelikli çevre
2. Biraz delilik

-İki şey senin ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
1. Baskın yeteneği bulmak
2. Cidden sevdiğin işi yapmak

-İki şey başarının sırrıdır:
1. Ustalardan ustalığı öğrenmek
2. Kendini güncellemek

-İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1. Niyetin saf olması
2. Ruhsal farkındalık

-İki şey seni milyonlarca insandan ayırır:
1. Sorunun değil çözümün parçası olmak
2. Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla
yaklaşabilmek.

-İki şey gelişmeyi engeller:
1. Aşırılık (abartmak)
2. Felakete odaklanmış olmak

-İki şey çözüm getirir:
1. Tebessüm (gülümseme, sırıtma veya kahkaha değil!)
2. Sükut (susmak)

-İki şey "kalitesiz insan"ın özelliğidir:
1. Şikayetçilik
2. Dedikodu

-İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1. Bakış açısını değiştirmek
2. Karşındakinin yerine kendini koyabilmek - empati

-İki şey yanlış yapmanı engeller:
1. Şahıs ve olayları akıl ve vicdan süzgecinden geçirmek
2. Haksızlık yapmamak

-İki şey seni gözden düşürür:
1. Demagoji (laf kalabalığı)
2. Kendini ağırdan satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)

Son zamanlarda biraz özeleştiri yapmam gerektiğini hissediyorum. Biraz dibe vurup yükselmek faydalı olsa gerek. Sorun şu ki bulunduğum havuz çok derin galiba ki henüz dibe vuramadım.

Yazı için Mustafa Hocama teşekkür ederim...

16 Eki 2007

kazanan ve kaybeden

E-posta arşivlerimde bir yazı ararken gözüme takılan bu yazıyı bloga da aktarmak istedim...
Siz hangisisiniz? Ben bir zaman kazanan bir zaman kaybeden olmaktayım.

KAZANAN, her zaman çözümün bir parçasıdır.
KAYBEDEN, her zaman problemin bir parçasıdır.

KAZANANIN her zaman bir programı vardır.
KAYBEDENİN her zaman bir özürü vardır.

KAZANAN, "Bu işi senin için yaparım" der.
KAYBEDEN, "Benim işim değil ki" der.

KAZANAN, her sorunda bir çözüm görür.
KAYBEDEN, her çözümde bir sorun görür.

KAZANAN, "Uzak ama yolu biliyorum" der.
KAYBEDEN, "Yakın ama yolu bilmiyorum" der.

KAZANAN, çakılların yanındaki çimeni görür.
KAYBEDEN, çimenin yanındaki çakılları görür.

KAZANAN, "Zor olabilir ama mümkün" der.
KAYBEDEN, "Mümkün ama çok zor" der.

KAZANAN, konuşmak yerine yapar.
KAYBEDEN, yapmak yerine konuşur.

KAZANAN, ağlamak yerine çalışır.
KAYBEDEN, çalışmak yerine ağlar.

KAZANAN, beynini çalıştırır
KAYBEDEN, çenesini ...

1 Eki 2007

dünyanın harikaları

Geçen haftanın başında Pınar bana bir mim patlatmıştı. Bu mim, tam da işlerin başladığı bir zamana geldiği için haftasonuna salladım. Gel gelelim, haftasonu da ilgilenemedim bu konuyla. N'apacağız? Blog yazılarına hepten ara vermek zorunda kalmak da zormuş. Neden ilgilenemiyorum derseniz? Ben de anlayamadım. Sürekli birşeyler çıkıyor uğraşacak; ve sonunda bu mimi bertaraf etmeye sıra gelmedi... Eh n'apalım, yapabileceğim birşey de yok bu noktada. Söz verdiğim halde yerine getirememek iyi birşey değil tabii, biliyorum ben de. Eninde sonunda hazırlayacağım artık yazıyı.

Bu arada bir haftadır ilgilendiğim başka bir konudan bahsedeyim: Anlaşmalı Avrupa üniversitelerinde öğrenci değişimi yoluyla bir dönem boyunca gittiğiniz üniversitede lisans veya lisansüstü programınızdan geri kalmadan branşınıza uygun derslerini almaya devam ederken hem dilinizi, hem de kültürünüzü geliştirmenize yarayan Erasmus programını duydunuz mu?

(Not: Şimdilik mim kabul edemiyorum, çünkü üzerimde kalmasından endişeliyim)

Borçlu olduğum ilk ve son mim: Pınar'dan "resimli olarak dünyanın yedi harikası ile ilgili bir makale hazırlama" üzerine gelen istekti... Dediğim gibi geç de olsa yazıyı hazırlamaya çalışacağım...

İngilizce bilenler için bir yazı: How To: Beat the Procrastination Habit (Erteleme/Geciktirme alışkanlığından nasıl kurtulunur?)

13 Eyl 2007

shay günü

Nette araştırdığımda "Shay day" olarak da bulduğum yazıya buyrun.
Ne yapardınız?….kararı siz verin. Sorum şu: Aynı kararı siz verir miydiniz?

Okuma ve öğrenme zorluğu çeken çocuklara özel eğitim veren bir okul için bağış toplama yemeğinde, çocuklardan birisinin babası katılımcılar tarafından asla unutulmayacak bir konuşma yaptı.

Okula ve kendini adamış öğretmenleri kutladıktan sonra şöyle bir soru sordu: "Dışarıdaki etkenler tarafından etkilenmedikçe doğada herşey mükemmel bir şekil ve sırada yapılıyor. Ama yine de oğlum Shay, diğer çocukların öğrendikleri gibi öğrenemiyor. Diğer çocukların anlayabildikleri gibi anlayamıyor. Oğlumda doğal olması gerekenler şeyler nerede?"

Bu soru karşısında dinleyiciler sessiz kaldılar. Baba devam etti . "Ben inanıyorum ki, dünyaya fiziksel ve zeka engelli Shay gibi bir çocuk geldiğinde, gerçek insan doğası kendini gösterme fırsatını buluyor ve bu da insanların o çocuğa davranış şekillerinde kendini gösteriyor."

Ve sonra aşağıdaki hikayeyi anlatmaya başladı:
Shay ve babası bir gün parkta Shay'in tanıdığı birkaç çocuğun beyzbol oynadıklarını gördüler. Shay sordu, "Acaba oynamama izin verirler mi?". Shay'in babası çoğu çocuğun Shay gibi bir çocuğun takımlarında oynamasını istemeyeceklerini ama aynı zamanda eğer oğluna izin verirlerse, oğlunun o çok ihtiyacını duyduğu, engellerine rağmen başkaları tarafından kabul edilmenin özgüveni ve sahiplenme duygusunu vereceğini de biliyordu. Shay'in babası çocuklardan birinin yanına yaklaştı ve (fazla birşey beklemeyerek) Shay'in oynayıp oynayamayacağını sordu. Çocuk şöyle danışabileceği birilerine baktı ve sonra "Şu anda 6 sayı gerideyiz ve oyun sekizinci turunda. Herhalde takıma girebilir, ben de onu dokuzuncu turda vurucu olarak sokmaya çalışırım" dedi. Shay büyük bir gayretle takımın yanına gitti ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile takım tişörtünü giydi.

Babası gözünde yaş, kalbi sıcak duygularla dolu onu izledi. Çocuklar oğlunun kabul edilmesinden dolayı babanın mutluluğunu gördüler. Sekizinci turun sonunda Shay'in takımı birkaç puan kazandı ama hala 3 sayı gerideydi. Dokuzuncu turun başında Shay eldiveni eline geçirdi ve sağ açık sahaya çıktı. Ona doğru hiç top isabet etmemesine rağmen oyunda olmaktan son derece mutluydu ve babasının ona tribünlerden el salladığını gördüğünde yüzünde kocaman bir gülümseme vardi. Dokuzuncu turun sonunda Shay'in takımı yine puan kazandı. Şimdi bütün kaleler doluydu, oyunu kazanma şansı ortaya çıkmıştı ve topa vurma sırası Shay'e gelmişti.

Bu noktada, Shay'in vurucu olmasına izin vererek oyunu kaybetme riskini mi almalıydılar?

Şaşırtıcı bir hamleyle Shay'e sopayı verdiler. Herkes topa isabet ettirme şansının sıfır oldugunu biliyordu, çünkü bırakın topa vurmayı, Shay sopayı bile elinde tutmasını bilmiyordu. Ama Shay sahaya çıktığında top atıcı, diğer takımın kazanma şanslarını bir kenara bırakarak Shay'e bu fırsatı tanıdıklarını görünce, birkaç adım öne giderek yumuşak bir şekilde topu Shay'e dogru fırlattı. İlk topa Shay zorlukla sopayı savurdu ama ıskaladı. Atıcı tekrar birkaç adim öne doğru geldi ve topu yine yumuşak bir şekilde Shay'e dogru attı. Shay sopayı savurdu ve hafifçe topa dokunarak yere atıcıya dogru vurdu. Oyun şimdi bitecekti. Atıcı topu yerden aldı ve ilk kaledeki adamına kolaylıkla atabilecek ve Shay'i sobeleyerek oyunu bitirebilecekti. Ama atıcı topu aldı ve ilk kaledeki adamının başının üzerinden diğer takım arkadaşlarının erişemeyeceği yere fırlattı. Tribünlerdeki herkes ve iki takımda bağırmaya başladılar,

"Shay, ilk kaleye koş, ilk kaleye koş!"
Shay hayatında hiç bu kadar uzağa koşmamıştı ama ilk kaleye gidebildi. Şaşkınlıktan büyümüş gözleriyle yere çöktü. Herkes bağırmaya devam etti, "İkinci kaleye koş, ikinci kaleye koş" Nefes nefese Shay, zorlukla ikinci kaleye koşabildi. Shay ikinci kaleye geldiği sırada, açık sahada diğer takımdan biri topu almıştı… Takımın en küçüğü olan bu çocuk kahraman olma şansını elinde tutuyordu. Topu ikinci kaledeki adamına atabilirdi ama top atıcısının niyetini anladığından, o da kasıtlı olarak topu üçüncü kaledeki arkadaşının başının üzerinden attı. Herkes bağırıyordu:
"Shay, Shay, Shay, bütün yolu koş Shay"
Karşı takımdan birinin yardım ederek onu üçüncü kaleye doğru döndürmesiyle Shay üçüncü kaleye koşabildi, "Üçüncüye koş! Shay, üçüncüye koş!" Shay üçüncüye gelirken diger takımdaki çocuklar ve seyirciler ayağa kalkmışlardı ve bağırıyorlardı, "Shay, hepsini koş! Hepsini koş!" Shay hepsini koştu ve oyunu takımı için kazanan bir kahraman olarak herkes tarafından alkışlandı.

"O gün", dedi babası, gözlerinden yaşlar aşağıya dogru süzülerek, "iki takımdaki çocuklar da dünyaya bir parça sevgi ve insanlık getirmeyi başardılar".

Shay bir sonraki yaza yetişemedi. O kış öldü. Bir kahraman olduğunu ve babasını mutlu ettiğini ve eve geldiğinde annesinin de gözyaşları içinde onu kucakladığını asla unutmadı.

Bilgin bir adam bir zamanlar demiş ki:

"Her toplum, kendilerinden daha az şanslı olanlara nasıl davrandığıyla değerlendirilir."

Abdülkadir'e bu anlamlı yazı için teşekkür ederim. Birkaç hafta önce kocatepe zafer yürüyüşüne gittiğimde onu da görmüştüm. Afyon Lisesinin önünde yanımda gördüğünüz kişi. Sevgiler dostum...

10 Eyl 2007

halil ibrahim sofrası

Kendisini ve şarkılarını çok sevdiğim Barış Manço'yu dinlerken hüzünlendim yine. Bütün şarkıları ibretlik sözlerle bezenmiş olsa da bir tanesini buraya yazmak istedim. Şimdiki bazı şarkıların(!) sözleriyle karşılaştırmıyorum bile. Sözleri okuduktan sonra bir önerim olacak.
Halil İbrahim Sofrası

İnsanoğlu haddin bilir kem söz söylemez iken
Elalemin namusuna yan gözle bakmaz iken
Bir sofra kurulmuş ki Halil İbrahim adına
Ortada bir tencere boş mu dolu mu bilen yok
Bir sofra kurulmuş ki Halil İbrahim adına
Ortada bir tencere boş mu dolu mu bilen yok

Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına
Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına
Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına

Daha çatal bıçak kaşık icat edilmemişken
İsmail'e inen koç kurban edilmemişken
Bir kavga başlamış ki nasip kısmet uğruna
Kapağı ver kulbu al kurbanı ne hiç soran yok
Bir kavga başlamış ki nasip kısmet uğruna
Kapağı ver kulbu al kurbanı ne hiç soran yok

Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına
Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına
Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına

Yıllardır sürüp giden bir pay alma çabası
Topu topu bir dilim kuru ekmek kavgası
Bazen durur bakarım bu ibret tablosuna
Kimi tatlı peşinde kimininse tuzu yok
Bazen durur bakarım bu ibret tablosuna
Kimi tatlı peşinde kimininse tuzu yok


Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına
Buyurun dostlar buyurun Halil İbrahim sofrasına

Ağzı açık gözü toklar buyursunlar baş köşeye
Kula kulluk edenlerse ömür boyu taş döşeye
Nefsine hakim olursan kurulursun tahtına
Çalakaşık saldırırsan ne çıkarsa bahtına

Halat gibi bileğiyle yayla gibi yüreğiyle
Çoluk çocuk geçindirip haram nedir bilmeyenler
Buyurun sizde buyurun
Buyurun dostlar buyurun

Barış der her bir yanın altın gümüş taş olsa
Dalkavuklar etrafında el pençe divan dursa
Sapa kulba kapağa itibar etme dostum
İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok
Sapa kulba kapağa itibar etme dostum
İçi boş tencerenin bu sofrada yeri yok

Para pula ihtişama aldanıp kanma dostum
İçi boş insanların bu dünyada yeri yok
Para pula ihtişama aldanıp kanma dostum
İçi boş insanların bu dünyada yeri yok

Arz-talep dengelerinin değişmesi ve etik-nedir-bilmez Ramazan fırsatçıları nedeniyle, gıda fiyatları bir hayli zamlanıyor olsa da, şu günlerde herkesin, en azından tuzunun olmasına katkıda bulunmaya ne dersiniz?

Powered by ScribeFire.

7 Eyl 2007

gelecek için

Devletşah'tan öğrendiğim siteye ben de kaydoldum. Blog Hareket Günü (Blog Action Day) isimli site dünya blog yazarlarını, daha mavi ve daha yeşil bir gezegen için, 15 Ekim'de parmak yormaya çağırıyor... Her blog kendi konusu üzerinden çevre ile ilgili bir soruna değinerek bu kampanyaya destek olabilirmiş. Siteden yaptığım alıntı: (Türkçe bölümünde ufak tefek yazım hataları yapılmış.)
Örneğin; Para ile alakalı bir blog evde çevre ile barışık gereçler kullanarak nasıl tasarruf edilebileceğini yazabilir. Benzer şekilde, politika ile ilgili diğer bir blog ise politika arenasındaki çevreye ilişkin siyaseti gözden geçirebilir.


Siz de bu çağrıya kulak verin.

2 Eyl 2007

blog bağımlılığı

3-4 ay kadar önce, takip ettiğim bloglardan birinde, blog bağımlılığını ölçmeye yarayan bir site bulmuştum. Soruları cevaplandırarak %75 gibi bir sonuç almıştım. Bugün aynı testi tekrar ettim ve sonuç olarak %80 blog bağımlısı olduğum ortaya çıktı. Sizlerle paylaşıyorum:

80%How Addicted to Blogging Are You?Mingle2

Yukarıdaki sonuca tıklayarak siz de blog bağımlılığınızı test edebilirsiniz. (Sorular İngilizce)

30 Ağu 2007

kocatepe zafer yürüyüşü

Geçtiğimiz hafta 23-26 Ağustos arasında Zafer Haftası etkinlikleri kapsamında, bu yıl üçüncüsü düzenlenen Kocatepe Zafer Yürüyüşü'ne ben de üniversitemi temsilen katıldım. Etkinlikler çok güzeldi.

40 civarında üniversitenin temsilcisi olan akademisyen ve öğrencilerden oluşan 200 kişi civarındaki ekibimiz, Perşembe günü Ankara AŞTİ karşısında buluştu. İlk hareket noktamız Anıtkabir'di. Tören nizamında Ata'ya saygı, AKÜ rektörü ve komutanlarla birlikte çelenk bırakılmasının ardından Anıtkabir'de bulunan müzenin rehberler eşliğinde anlatılarak dolaştırılması çok profesyonel olmuş bence. (Burada resim çekmek yasaktı, görüntü alamadım) Anlatılanlarla birlikte görsel olarak da doyurucu olan içerik, duygularımızı kabartmıştı ve gezi uygulamalı tarih dersi gibi oldu.
Aynı gün AKÜ'nün otobüsleriyle Afyonkarahisar'a ulaştık ve Tınaztepe Kredi Yurtlarında konakladık. Bu yurtların - kanımca - özel yurt konforunda oluşuna hayran kaldığımı belirtmek isterim.

Cuma ve Cumartesi günleri Afyonkarahisar'da gezdiğimiz bir çok tarihi mekandan bazıları şöyleydi: Eski Afyonkarahisar Evleri, Afyonkarahisar Kalesi, Millet Hamamı, Çiğiltepe Şehitliği, Büyük Taarruz Şehitliği, Utku Anıtı, Zafer Müzesi, Şuhut Atatürk Evi... Afyon Lisesini de görme fırsatım oldu.

AKÜ Ahmet Necdet Sezer kampüsünde düzenlenen Büyük Taarruz Panelini de keyifle dinlediğimi belirteyim.






Cumartesi akşamı Şuhut'a hareket ettik ve stadda düzenlenen etkinliklere katıldık.
Son olarak Cumartesi - Pazar arası gece boyunca uyumadık ve yürüyerek Kocatepe'ye tırmandık. Sabaha karşı enfes bir tiyatral tarih gösterisi olan 'Orta Asya'dan Günümüze Mehmetçik'in Hikayesi'ni izledik ve güneş doğarken de Fahir Atakoğlu'ndan piyano resitali dinlemekteydik. Güneşin doğmasıyla birlikte askerlerimizin top ve tüfekler eşliğinde an be an anlatılan Büyük Taarruz gösterisini aynen savaşı yaşıyormuş gibi izledik.

Fazla resim çekemedim çünkü bu etkinlikler boyunca üniversitemin tek temsilcisi olarak elimde tabela, bayrak, meşale gibi aksesuarlar taşımaktaydım. Sabaha doğru da rakımı 1800 m'den yüksek olan Kocatepe'de ciddi bir soğuk (5 dereceye kadar düştü) vardı ve ben gece yürüyüşünden dolayı ıslaktım (yedek giysilerime rağmen), sonuçta titreme sınırında üşüdüm ve ellerimi fazla kullanamadım.

Herşeye rağmen değdiğini düşünüyorum. 4 gün boyunca tarih soludum. 'Keşke bu tür gezilere tarih dersleri kapsamında öğretmenlerimiz eşliğinde gelebilseydik' dedim durdum. Daha aktif, daha gezgin tarih öğretmenleri istiyoruz...

Ekibimizde sigara içenlerin çokluğu benim için ilginç (ve üzücü) bir gözlem oldu. Tarih bilincine sahip olmaya çalışan gençlerimizin sağlık bilincinden yoksun oluşu üzerinde durulması gereken ayrı bir paradigma bence. Ve bazı akademisyenlerimiz de sigara konusunda iyi örnekler sergilemediler. Bazılarının - nedenini anlayamadığım ya da bana öyle gelmiş olabilir - mağrurumsu tavırlarına rağmen ekip elemanları fena değildi.

Özellikle belirtmek istiyorum ki etkinlikte görevli olan arkadaşlar yardımsever, güleryüzlü ve profesyonel tavırlarıyla takdirimi kazandılar. Tanıştıklarıma (Murat, Orkun, Gökhan, Eda, Meltem, Emre, İsmail, Rıfat) ve hepsine buradan teşekkür ediyor ve tekrar görüşmek üzere diyorum.

Etkinlik boyunca tanıştığım birçok arkadaşım oldu. Hepsine selamlar...

Çanakkale'ye de bir gezi ile gidebilmeyi çok istiyorum...

İyi Bayramlar...

dahianlamindakideayriyazilir.com

Daha önceki bir yazımda benim de yakındığım, dahi anlamına gelen "de" bağlacının ayrı yazılmamasına karşı bir site oluşturulmuş:
Buyrun buradan: www.dahianlamindakideayriyazilir.com

29 Ağu 2007

doğdugumda neler olmuş


Kakorama - a ride into the past

Bildirgeçten öğrendiğime göre böyle bir servis varmış. Gereksiz görünebilir fakat eğlenceli.

Bu sitede doğum gününüzü giriyorsunuz ve doğduğunuz gün batı dünyasında neler olduğunu, time dergisinin kapağını, hangi ünlülerle aynı gün doğduğunuzu, yumurtanın kaç dolar olduğunu falan öğrenebiliyorsunuz...

Örneğin benim doğum günümde bunlar olmuş.

28 Ağu 2007

mars ne zaman kocaman olacak?


Bu türden asparagas e-postaların çokluğunu bilirsiniz işte. Bir tanesi şuradaki bildiriyle anlatılmış. Resim de oradan alıntı. Bana da birçok kişiden aynı e-posta gelince yedim. Hatta alarmı kurup gece belirtilen saatte kalkacaktım ve fotoğraflayacaktım fakat çok yorgun olduğum için nasıl olsa birileri kalkıp çeker, ben de netten bakarım diye vazgeçmiştim.

Bir de şans tılsımı tarzındaki e-postalar var ki tadından yenmiyorlar. Bunların ekinde koca koca boyutlu sunu dosyaları da dolaşmakta ve e-posta kutularında bence gereksiz yer işgal etmekte.

Hele ki microzoftun yunikefle anlaştığı ve e-postayı gönderdiğiniz kişi sayısınca Afrika'daki yoksullara yardım yapılacağı gibisinden gönderilenlerin geneli, e-posta avcılığından başka birşey değil.

Tercih sizin tabii. Bu tür e-postaları illa ki gönderecekseniz, şunları yapmanızı öneririm:
(bana gönderilmesin artık lütfen bu tür e-postalar!)

1- Öncelikle size gelen e-postada yazı içine girmiş olan e-posta adreslerini temizleyin.
Genellikle forwardlanmış (yönlendirilmiş-iletilmiş) e-postalarda yazıdan önce bir e-posta listesi yığını vardır. İşte avcıların yaptığı da dolaşa dolaşa kendilerine de geri gönderilen e-postadaki bu listedeki adresleri ele geçirerek potansiyel spam kurbanları haline getirmektir.

2- E-postanızı gönderdiginiz adresleri "To:"/"Kime:" ve "Cc:"/"Bilgi:" yerine "Bcc:"/"Gizli:" kısmına yazın.
"Bcc:"/"Gizli:" kısmına yazdığınız adresler e-postanın ulaştığı kişilere gizli kalmaktadır ve alıcı taraf, e-postanın başka kimlere gönderildiği bilgisine sahip olmamaktadır...
Örneğin Türkçe Hotmail'de "To:" --> "Kime:", "Cc:" --> "Bilgi:", "Bcc:" --> "Gizli:" olarak gösterilmiş. Normalde "Bilgi ve Gizli alanları" e-posta düzenleme penceresinde gözükmez. Ama "Kime:" kutusunun hemen yakınında bir yerlerde bu alanları gösterme seçeneği bulunur. Tıklamanız yeterli.

Şahsen ben uzun zamandır birden fazla kişiye e-posta atarken varsayılan (default) olarak "Bcc:"/"Gizli:" kısmını kullanıyorum. Alışmak için hemen başlayın...

13 Ağu 2007

720 saatlik dizüstü bataryası

Şuradaki habere göre Samsung firmasının geliştirdiği dizüstü bilgisayar bataryası biçiminde tasarlanmış olan yakıt hücresi ile dizüstü bilgisayarımızı 1 ay boyunca fişe takmadan kullanabilecekmişiz... Bağlantısını verdiğim sayfada tanıtım videosu da var.


9 Ağu 2007

japonların insan tetrisi

Japon zekasıyla güldüren video :) Ses yarışmalarından bıkmış tv seyircisine yeni alternatifler.
Size de çok komik geldiyse ve daha fazla gülmek isterseniz, yarışmayla ilgili diğer videolara youtube sayfasından erişebilirsiniz.




Videodan şuradaki link aracılığyla ulaştığım şurada haberim oldum.

7 Ağu 2007

dahi anlamındaki de'yi ayrı yazamamak?

Bu yazıyı okuyanlardan ricam, ayrı yazılması gereken "de, da" bağlacına gereken hassasiyeti göstermeleri, göstermeyenleri uyarmaları ve diğer Türkçe yazım kurallarını da mümkün olduğu kadar yazılarında uygulamaları olacak. Peki, bu kuralları nereden mi öğreneceğiz?
Bakınız: TDK. Bu kurum, Türkçe kelime türetme konusunda kanımca fazla belirleyici olamasa da, en azından imlâ kurallarını öğrenebileceğimiz bir kaynak ya da ne bileyim imlâ kılavuzlarına biraz göz atmak da kâfî gelir herhalde.

TDK'nın ilgili referansını da vererek dahi anlamındaki 'de' ve 'da' bağlaçlarının kendilerinden önce gelen kelimelerden ayrı yazılması gerektiğini üstüne basa basa belirtmeye çalışacağım bu yazıda. Çünkü nette yayınlanan birçok sitede ve blogda yazılan yazıları ve hatta bu yazılara yapılan yorumları gördükçe bu özel bağlaca ne kadar da çok haksızlık yapıldığını farketmekteyim. Hatalı olan yazımları düzeltmeye yönelik teşebbüsler ise hatalı yazan şahıs tarafından hissî tepkilerle genellikle olumlu karşılanmamakta ya da bu hata küçük görülmekte.

Lütfen bağlaç olan 'de'yi ve 'da'yı ayrı yazıp sevelim ve de sayalım.

Not: Yazıda benim de yazım hatalarım olabilir. Düzeltmek isteyenler sevindireceklerdir naçizânemi.

30 Ağustos'ta yapılan ekleme:
Böyle bir site varmış: http://www.dahianlamindakideayriyazilir.com/

1 Ağu 2007

yemek.nâme

Sizleri yeni çıkmaya başlamış olan Yemek.Nâme isimli dergiyle tanıştırayım. Devletşah'ın sayfasında Ağustos ayı sürprizi olarak açıkladığı dergi Türkiye'nin ilk ve tek aylık sanal yemek dergisi. Ağustos sayısı 100 sayfa ve her bir sayfası özenle hazırlanmış. Devletşah ve ekibini tebrik ediyorum.

Ücretsiz Yemek Dergisini indirmek için tıklayın

30 Tem 2007

havadan su yapan alet

Buradaki bir habere göre havadan su yapan alet geliştirilmiş ve Türkiye'de de satışa çıkmış.
AA - ANKARA - Havadaki nemi toplayarak içme suyuna çeviren makine, Türkiye'de de satışa çıktı. ABD'de üretilen alet bir buzdolabı kadar elektrik harcayarak günde 32 litreye kadar içme suyu üretebiliyor. Sistem, şehir şebeke suyuna bağlandığında günde 180 litre su arıtıyor. Amerikan HENDRIX Şirketi'nin Türkiye Distribütörü Sanova Teknoloji firmasının Dış İlişkiler Müdürü Mustafa İrdiren, "Cihaz Marmara, Kıyı Ege, Akdeniz, Karadeniz ve İç Anadolu'da çok yüksek performansla çalışıyor. Doğu ve Güneydoğu'daysa zaman zaman performans düşüyor" dedi. Cihazın fiyatı 2 bin 600 YTL.


Haberde bahsedilen dağıtımcı şirketin sayfasına buradan ulaşabilirsiniz. Bu yeni ürün sayfada ayrıntılı olarak tanıtılmış.

Günde 32 litre içme suyu hiç de fena değil ha? Havadan nem kapan bu alet biraz pahalı görünse de şu sıralar çok lazım görünüyor. Fakat kafama takılan birşey ise şu: içme suyu tadında mı yoksa saf su tadında mı olacak bu aletin yaptığı su!

28 Tem 2007

yavaş gidiyor olsak da emniyet kemeri önemli

Aşağıdaki videoda gördüğümüz gibi henüz yeni hareket etmiş bir araca yavaş gidiyor olsa da çarpılması durumunda ön tarafta oturup da emniyet kemeri takmayan yolcunun kendi hayatının yanısıra sürücünün de hayatını nasıl tehlikeye attığı açıkça ortada... Araç hareket etmeden emniyet kemerlerimizi takalım lütfen!




Video için sevgili babama teşekkür ederim.

1 Tem 2007

japonlar niye surekli fotograf cekerek gezerler

Babamdan gelen muhtemelen daha önce de dolaşan bir e-postayı paylaşayım. Ne kadar doğrudur bilemem ama bana çok ilginç geldi. Bakalım size de öyle gelecek mi?

"Bu Japonlar niye sürekli fotoğraf çekerek gezerler" diye merak ederiz ya, meğer bu olayın aslı sandığımızdan çok başkaymış. Her Japon'un yılda 2 kez yurtdışına çıkması mecburiymiş. Bunu bilmeyen yok zaten. Ancak Japonlar'ın gittikleri her ülkede fotoğraf çekmeleri de zorunluymuş!

Yüzbinlerce insanın çektiği milyonlarca fotoğraf, devletin sırf bunun için kurulmuş bir biriminde incelenip arşivleniyormuş. Meğer adamlar giyimden kuşama, alet edavattan binalara kadar her şeyin fotoğrafını çekip son trendleri, eksikleri, gedikleri inceleyerek ona göre teknoloji üretiyorlarmış. Vay beee! Japon bu, korkulur valla!



30 May 2007

eski bilgisayarınızı değerlendirin

Yine Bildirgec'ten bir yazı:
Eski bilgisayarınızın parçalarını kullanarak kendinize yaratıcı oyuncaklar hazırlayabilirsiniz.
Şuradaki sitede size örnek olacak birkaç oyuncak bulunuyor.



Bakalım benim üç adet eskimiş kasadan ve bilgisayar parçalarından neler çıkar? Bir düşüneyim. Siz de yaptığınız 'şey'leri bana haber verirseniz burada yayınlayabiliriz.

27 May 2007

susmak ve öğrenmek


Bir gün susmayı öğrendim.
Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım.
Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı.

Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi.

Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, bir de sen kafamı ütüleme!' derdi.

Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi. Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi.

'Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.

Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı.

Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım. Önce resim yaparak başladım işe.

Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. 'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi.

Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum. Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım.' dedi bir gün.

Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım? Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim.

Babam baktı, 'Hmm' dedi, 'Çok güzel olmuş.Bu adam benim herhalde.' dedi.
Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim.
O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi.
Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim.

Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi.
Heyecanla başladım anlatmaya.
'Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım.
Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız.
Ben işten geldiğimde yorgun olacağım. Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.

Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Duyduklarına inanamıyorlardı. Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.

Farkında' olmalı insan...
Kendisinin, hayatın, olayların, gidişatın farkında olmalı.
Ömür dediğin Üç gündür...
Dün geldi geçti
Yarın meçhuldür,
O halde ömür dediğin bir gündür,
O da bugündür...
Sevgiyle kalın...

E-posta için sevgili babama teşekkür ederim... Birçok sitede, forumlarda ve bloglarda yayınlanmış bu yazı fakat özgün kaynağını bulamadım.

suyunu boşa harcama.org

Bilgirgec.org sitesinde suyunubosaharcama.org isimli güzel bir sitenin haberi yapılmış. Yazıyı buraya da koyuyorum:

suyunubosaharcama.org günümüzde insanlığı tehdit eden en büyük sorun olan su tüketiminin israfı hakkında bizleri bilinçlendiriyor! Site güzel bir animasyonla açılıyor. İlk başta gürül gürül akan bir suyun altında yemyeşil bir Türkiye haritası çıkıyor ve bu harita yavaş yavaş kuruyor, çölleşiyor ve Türkiye diye birşey kalmıyor. Bu içler acısı animasyon bile tehlikeyi anlatabiliyor!

Animasyondan sonra site açılıyor ve önümüze suyumuzu boşa harcamamak için bilinçlendirme adına 4 başlık altında ipuçları geliyor. Bu esnada bir erkek sesi şu anki durumun ve alınabilecek önlemlerin kısa bir özetini geçiyor.

1. Başlık: Evde Suyu Kurtarmanın 10 Yolu!

Buradaki önerilerin hepsini yerine getiren bir aile yılda yaklaşık 155 ton civarı suyu çöpe atmamış oluyor!

2.Başlık: Ne Kadar Su harcadığını hesapla!

Burada günde ne kadar su harcadığımızı hesaplayabileceğimiz güzel bir sistem oluşturmuşlar. Duşlar, diş fırçalamalar, el yüz yıkamalar, bulaşık yıkamalar vb. birçok su giderimizi hesaplayabiliyoruz.

3.Başlık: Nasıl Tasarruf edersin?

Bu başlıkta yediğimiz yemeklerden yola çıkılarak harcadığımız su ve elektrik tüketiminde ne kadar enerji tasarrufu yapabileceğimizi görebiliyoruz!

4.Başlık: Evin içinde sanal tur!

Burada tekrar bir animasyon karşımıza çıkıyor ve evin içinde harcanan suları animasyonlu bir şekilde gösteriyor!

Türkiye Çöl Olmasın!..

Durumun ne kadar içler acısı olduğunu bir kez daha anladım!.. Lütfen bu sitede yazılanlara elimizden geldiğince uygulayalım!.. Banyoda 5 dakika az kalmanız demek 1 yıllık içme suyunuz demek, bir yıl daha fazla yaşamanız demek!... İnsanlık için yapmazsanız kendiniz için yapın...

Ben de kendime göre tedbirler almaya başladım. Örneğin, banyoda dişlerimi fırçalarken suyu kapatıyorum (sensörlü musluklar bu iş için daha uygun galiba, hem dokunmadan açıkdıkları için daha sağlıklı olur, ama biraz cepten yemek lazım :)). Bulaşıkları yıkarken büyükçe bir su kabı kullanıyorum (A sınıfı bir bulaşık makinası alıp tam dolu kullanmak daha ekonomik olacak). Çamaşır makinasını mümkün olduğu kadar dolu çalıştırmaya dikkat ediyorum. Duş alırken, suyu ilk açtığımda ısınana kadar boşa değil daha sonra başka bir yerde kullanım için bir kovaya akmasını sağlıyorum, şampuanlama ve sabunlama sırasında mümkün olduğu kadar suyu kapatmaya çalışıyorum. Sifonu kontrollü çekmeye çalışıyorum yani suyun hepsini değil ama bir kısmını kullanıyorum, bu konuda pratik bir çözüm olarak sifon rezervinin içine, içi su dolu ağzı kapalı 2lt'lik pet şişe koymanın, rezervden bir seferde boşalan su miktarını azaltarak israfa engel olduğunu bir yerde okumuştum, bahsini ettiğim sitede de öneriliyor. Zaten bazı yeni rezervuarlar ince yapılı ve daha az su tüketimine yönelik yapılıyorlar.

12 May 2007

iyi ki silme fonksiyonu var :)



Görüntülerdeki reklam sloganı şöyle;
"FinePix 410 digital camera."
"With delete function and all"

Kısmî çevirisi: "silme fonksiyonu ve bütün fonksiyonlarıyla ..."

6 May 2007

hıdırellez

Aşağıdaki yazıyı Devletşah'ın sayfasından aldım. Kendisi bir sözlük kurdu olduğu için sayfasında sözcük anlamlarını da yayınlıyor :)

HIDIRELLEZi(Ar. Hiżir > Hıdır ve İlyâs isimlerinden)

  • Kardeş olduklarına ve yılda bir defa buluştuklarına inanılan Hızır ve İlyas peygamberlerin başlangıcı olarak kabul edilen 5 Mayıs târihine rastlayan buluşma günleri.
  • Her yıl 5 Mayıs gününde özellikle Anadolu’da halk arasında büyük bir coşkunlukla ve bayram gibi çeşitli eğlencelerle kutlanan geleneksel gün:Baharı hıdırellezin gelişinden anlayan eski İstanbullular’ın keyif ehli o gün çantasını, sepetini nevâle ile doldurur(…) İstanbul’un güzel köşelerine koşarak orada geç vakte kadar eğlenir durudu (Mehmet Z. Pakalın).
Benim bildiğim kadarıyla Mayıs'ın ilk haftası ve 6 Mayıs da Hıdırellez olarak kutlanmakta ve benim de doğduğum gün olarak daha bir anlamlı bizim aile için. Arayıp mesaj atıp kutlayan arkadaşlarıma da buradan ayrıca teşekkür ederim. Düşünülmek güzel...

7 Mayıs'ta eklenen not:

Kelime olarak Hıdırellez'i arattigim zaman birçok sonuç geldi. 5-6 Mayis karisik kutlaniyormus. Yani bazi yerlerde 5 Mayis bayram günü, 6 Mayıs ise Hidirellez günü olarak kutlanmaktaymis.

Vikipedi'deki açıklamaya göre kutlama mekanı şöyle tanımlanmış:

Hıdırellez kutlamaları genel olarak yeşillik, ağaçlık alanlarda, su kenarlarında, bir türbe ya da yatırın yanında yapılmaktadır. Hıdrellezde baharın taze bitkilerini ve taze kuzu eti ya da kuzu ciğeri yeme adeti vardır. Baharın ilk kuzusu yenildiği zaman sağlık ve şifa bulunacağına inanılır. Bugünde kırlardan çiçek veya ot toplayıp onları kaynattıktan sonra suyu içilirse bütün hastalıklara iyi geleceğine, bu su ile kırk gün yıkanılırsa gençleşip güzelleşileceğine inanılır.
Bizde buna piknik deniyor :). Değişiklik olsun diye gittğimiz pikniklerin zamanlama olarak Hıdırellez'e geldiğinde yukarıdaki anlamına kavuştuğunu da öğrenmiş oldum böylece.

Şu adreste kültür bakanlığından olduğunu sandığım bir açıklama var. Hıdırellez'in Nevruz'un yerini aldığını yazmışlar.

Arama sonuçlarından biri de çok ilginç geldi. TV kanallarını takip etmediğim için şimdi var mı bilmiyorum ama bir ara beşinci boyut diye bir dizi vardı. Bir anlamda onunla bağlantı kurdurdu bu açıklama.

25 Nis 2007

mum alevinden elektrik

Mum batarya için gerekli malzemeler:
- İki adet mum
- iki adet metal iğne ya da çivi
- iki adet uçları krokodilli iletken kablo
- bir adet mıknatıs

Çivileri ya da iğneleri mumlara -her muma bir çivi olacak şekilde-
mumun diğer ucundan çıkmayacak şekilde batırın.
Çivilerin mum dışında kalan kısımlarına mıknatısla sürterek çivileri
kutuplayın. Mıknatısla işimiz bitti (ortalıktan kaldırabilirsiniz).
Her çiviye bir kablo bağlayın ve kabloların diğer uçlarını da elektrik
vermek istediğiniz aletin (örneğin lamba veya motor) uçlarına
bağlayın.
Sonra mumları sırasıyla yakın ve sonucu görün. Ya da aşağıdaki videoyu izleyin.

Gerçi yanan mumlarla lamba yakmak için elektrik üretmek garip kaçsa da
(zaten mumlar yanıyor yani ışık var) başka aygıtları çalıştırmak için
birebir görünüyor.




Candle Power - Who Needs Batteries? - Funny bloopers are a click away

Vakit bulabilirsem bu deneyi laboratuvarda ölçüm yaparak denemeyi
düşünüyorum. Acaba ne kadar voltaj ve akım üretiyor ve mumların
yakılması arasındaki zaman farkı bu voltaj ve akımı ne kadar
etkiliyor?

Bu videoyu şuradan buldum. SuTree değişik konularda eğitim videolarının olduğu yenice bir site ve varlığını da şuradan öğrendim.

24 Nis 2007

23 Nisan :)

Bayramımızı bütün dünya biliyor zaten, ek olarak aşağıdaki logo da güzel ve şık olmuş.23 Nisan'da www.google.com.tr sayfasında yukarıdaki logo vardı. Bu logo www.googlebizelogoyapsana.com sitesinde yayınlanan projenin sonuçlarından biriymiş...

21 Nis 2007

tak... tak... tak... (!)

Evden acele ile çıkmıştım. Koşar adımlarla metro istasyonuna doğru ilerlerken bir yandan öğrencilere vereceğim dersin planınını yapıyor, bir yandan da çiseleyen yağmurda ıslanmamak için saçakların altından gitmeye çalışıyordum. Yürüyen merdivenlerle metro istasyonuna indim.

İstasyonda benimle aynı yönde ilerleyen birisinin elindeki uzunca değnekten çıkan "tak... tak... tak..." sesleri, telaşımı ve kafamdaki düşünceleri birden unutturdu. Belli ki onun da acelesi vardı. Sırtındaki büyükçe çanta ve elindeki değneği ile neredeyse benim kadar hızlı adımlarla ilerliyordu. Biraz dikkatlice bakınca bu kişinin bir bayan ve aynı zamanda 'görme özürlü' biri olduğunu anladım. Kendi kendime "Acaba onun telaşı neden?" diye sordum. Belki de dünyayı hiç görmemişti. Özürlü haliyle tek başına ilelese de tavırları ve yürüyüş şekli onun, kendisine çok güvenen bir insan olduğu izlenimi uyandırıyordu insan üzerinde. Acaba acele bir işi mi vardı?

Bir an herşeyi unuttum. Sanki herşey ağır çekimdeymiş gibi hareket etmeye başladı. Onun değneğiyle sağını solunu kontrol ederek önüne çıkabilecek engelleri anlaması, kendine yol açması, belki de yaşama azminin bir göstergesi idi. Merdivenlere yaklaştığımızı hissettim. "Acaba merdivenlerden inerken kendisine yardım etsem mi?" diye düşünürken, o merdivenlerden inmeye başladı. Sanki dünya dümdüzdü ve karşısında hiç engel yoktu. Acaba, değneğinin ucunda onu yönlendiren bir şey mi vardı, ya da bu bayan şaka mı yapıyordu? Kafamdaki düşünceleri toparlamaya çalışırken, trenin durağa geldiğini farkettim.

Merakım beni bu bayanın yanına çekti ve onunla aynı kompartımana bindim. Oturduğu koltuğa iyice yerleştikten sonra, değneğini katlayıp hızlı bir şekilde çantasnın ön bölmesine koydu ve çantasının başka bir bölmesini açtı. Acaba çantasından walkman veya yiyecek-içecek bir şey mi çıkaracak diye düşünürken kalbimden ona acıdığımı hissettim. Dünyayı görmeyi kim bilir ne kadar çok istiyordu; ağaçlar, evler, araçlar, insanlar ve gözler... Görecek o kadar çok şey vardı ki...

O an için kendimi çok ayrıcalıklı hissettim. Göz, dünyaya açılan bir pencereydi ve ben onların kıymetini fazla bilmiyordum. Bayanın çantasından çıkardığı kalınca bir kitabın gözüme ilişmesiyle bu düşüncelerimden sıyrıldım. Görme özürlü biri kitap okuyacaktı! Derken sayfaları parmak uçlarıyla yoklaya yoklaya karıştırıp, bir yerde durdu. Herhalde aradığı sayfayı bulmuştu. Hemen sağ elinin işaret parmağı ile orta ve yüzük parmaklarını kabartmalar üzerinde gezdirmeye başladı.

Kitap okuyordu... Fakat o görmüyordu ki... Birkaç saniye daldım... Kitap okumak yalnızca görenlere has bir şey değil miydi? Anladım... Artık o gözleriyle değil; kalbiyle, duygularıyla, ruhuyla okuyordu... Ve kendimden utandım. Aylardır çantamda taşıdığım ve üç beş sayfası dışında pek okumadığım kitabım geldi aklıma ve yıllarca hiç kitap okumayanlar... Keşke onlar da, insanı düşündüren, hatta utandıran şu manzaraya şahit olsalardı.


Dünyada milyonlarda insan var... Ama okumak... Neden ben... Aniden kesik kesik düşüncelerimden sıyrıldım. Bir sayfayı okuyup bitirmiş ve diğer bir sayfaya geçmişti. Parmaklarını kabartmalar üzerinde ustaca gezdirmesinden, bu işe yatkın olduğu anlaşılıyordu. Demek ki yi bir okuyucu idi. Ama ne okuyabilirdi ki? Binlerce kitap, dergi ve gazetenin, görme özürlü olanlar için günlük, haftalık olarak hazırlanması mümkün değildi ki...

Anonsun uyarısıyla, ineceğim durağa geldiğimi anladım. Daha dört dakika geçmişti ve bu kadarcık sürede dahi kitap okumak çok önemliydi. Bana bu dersi veren görme özürlü o kadın da kitabını çantasına koydu, durakta inmeye hazırlanıyordu. Az sonra tren durdu. Önce onun inmesini bekledim. Değneği ile onca insanın arasından "tak... tak... tak..." sesleriyle ilerliyordu. Arkasından birkaç saniye baktım. Sanki değnekten çıkan o tak tak'lar beynimde oku... oku... oku... ve şükret diye yankılanıyordu.

Yeni bitirdiğim bir kitaptan yazdığım bu alıntının bir çok sitede de "dört dakika bile olsa okuyabilmek" başlığıyla yayınlanmış olduğunu yeni öğrendim.

sigara içenlere...

Videoda bir koroner bypass ameliyatının görüntüleri var.



Bu videoyu izledikten sonra yeterince ikna olursunuz herhalde.
Sigarayı bırakmaya karar verişinizi şimdiden kutluyorum.
Çok önemli ve hayatınız için dönüm noktası olacak bir karar vereceksiniz.
Herşey daha güzel olacak.

18 Nis 2007

kadınlarla empati

Kadınlara uygulanan olumsuzluklara farklı ve çarpıcı bir yaklaşım. Videoyu izleyin.




Link için Aysun'a teşekkürler

ikisi de aynı modelmiş


Yukarıdaki resimde her iki reklamda da aynı model poz vermekteymiş (ben benzetemedim ama). Can alıcı nokta ise reklamlardaki tezatlık:
Üstteki reklamda 'Çocuk obezitesini hafife almayın' gibi bir slogan var. Buraya kadar güzel gibi. Altta ise McDonald amcanın fastfood reklamı (muhtemelen çocuk menüsü)!

Paranın gözü kör olsun mu demeli yoksa profesyonellik mi demeli?

Resmin varlığını şuradan öğrendim.

5 Nis 2007

turkmucit tv

Sonunda bu da oldu. Türk mucitler aranıyor. Büyük Ödül: 100 000 YTL
Güzel bir gelişme... En azından artık bilmemnestar yarışmalarına alternatif var.
Umarım güzel gelişmelere önayak olur.

"Teknoloji harikaları peşinde değiliz."
"Hayatı kolaylaştıracak orijinal projeler, insanların satın alacağı işler arıyoruz."



http://www.turkmucit.tv/

Katılım koşulları ve Taahütname'de dikkatimi çeken maddeler:
BAŞVURU KOŞULLARI

1. Adayların Türk vatandaşı olması ve yarışma için gelirken yanlarında resimli kimlik belgesi getirmesi gerekmektedir.18 yaşın altındaki mucit adaylarının ailelerinden izin belgesini yanlarında mutlaka bulundurmaları gerekmektedir.
2. Mucit getirdiği icadının haklarına tam olarak sahip olmalıdır. Eğer icat bir grup tarafından getirildiyse ekipteki her kişinin icat üzerindeki hakları kesin ve eksiksiz olmalıdır. Takımlar aile, çocuklar ve arkadaşlardan oluşabilir. Her aday getirdiği icadın tek ve fikrinin yalnızca ona ait oluğuna inanmalı inandırmalı ve gerektiğinde bunu belgeleyebilmelidir. Ayrıca lisans sahibi olunsa bile eğer fikir olarak icat getiren kişiye ait değilse fikrin sahbinin de yarışmaya katılması gerekmektedir. Aksi bir durumda başvuru geçersiz olacaktır. Aynı şekilde fikrin sahibi olup belgeleme şansı yoksa seçilebilme şansı da olmayacaktır.
3. Takım halinde katılma durumunda takımın tüm üyelerinin fikir birliği şarttır. Her üye hazırlanacak sözleşmeyi ve taahhüt belgesini tek tek imzalamakla yükümlüdür.
4. İcatların yarışmaya başvuru tarihi öncesinde ve başvuru sırasında başka bir yerle bağlantısı, sözleşmesi (yazılı yada sözlü) olmamalıdır.
5. Her aday kendilerinden istenilen bilgileri eksiksiz olarak doldurmakla yükümlüdür. Sabıkaları olup olmadığı, iş geçmişleri gerekli bilgiler arasındadır.
6. Yapımcı her koşulda sebep belirtmeksizin yarışmacıları diskalifiye etme hakkına sahiptir. Ancak yarışmacılar sebep belirtmeden yarışmadan çekilemezler. Bu durumda cezai şartlar uygulanacaktır.
7.
Yapımcı yarışmacılar hakkında tanıtım reklam gibi görseller kullanabilir.
8. Programın final bölümüne kadar (final süreci de dahil) hiçbir yarışmacı veya ailesi başka radyo ve televizyonlarda programa katılamaz.
9. Yarışmacılar yarışma tarihinden itibaren 1 yıl boyunca başka bir benzeri programa katılamaz.

İCAT İÇİN GEREKLİ OLAN KOŞULLAR

1. İcatların yeni ve kullanılabilir olması.
2. Daha önceden benzeri bir ürünün piyasada olmaması
3. Ürünün detaylı bir şekilde başvuru formunda tanıtılması ve yarışma sırasında özelliklerinin başvuru formundakiyle aynı olması gerekmektedir.

UYARILAR

* İcatların içeriklerinde ilaç, tıbbı alet, bitki, yanıcı madde, kimyasal ürün, ulusal güvenliğe etki edebilecek ürünler olmamalıdır.
* Bilgisayar programları, bilişim yazılımları icat kapsamına girmemektedir.
*
Kullanışlı bir iş planı da icat kapsamına girebilir. Mutlaka elle tutulur fiziki bir icat beklentisi yoktur.
* Yarışmacı istediği kadar icat ile katılabilir . Ancak bir süre kısıtlaması vardır ve icatlar bu kısıtlı süre içinde sunulmalıdır.
* Her yarışmacıya icadını tanıtması için kısıtlı bir süre tanınacaktır.
* İsteyen yarışmacılar icatlarını tanıtmak için görsel sunumlardan da yararlanabilir.
* 18 yaşın altında olan ve finale katılmaya hak kazanmış yarışmacıların ebeveynlerinden en az birisinin yarışma sırasında bulunması şarttır.
* Taşınması zor icatlar film, fotoğraf ya da sunumlarla temsil edilebilir.
* Önelemelerde ulaşım ve konaklama yarışmacının sorumluluğundadır.

3 Nis 2007

Karaşimsek

Yıllar önce Michael Knight'ın bütün havasıyla kullandığı ve her bölümde bir dolu maceraya atılarak kötüleri alt ederken, görülmemiş teknolojileri kullanarak izleyenleri hayretten hayrete garkeden, bir o kadar da muzip ve güldüren, akıllı araba Karaşimşek. Benim çocukluk yıllarımın en büyük heyecanlarından biri. Tabi daha sonra Kara Şahin diye bir motosiklet ve Hava Kurdu -Airwolf: müziği çok güzeldi- diye bir helipkopter de süper araçlar listesine girdi ama bu KITT başkaydı...




Fakat hatırlayacak olursanız son bölümünde ne yazık ki kendisinin kötü karakterli bir üst modeli tarafından alt edilerek yok edilmesi beni büyük hüzne boğmuş olsa da uzun bir süre sonra Knightrider 2000 ile kızıl bir dönüş yapmış ve sevenlerini ve beni sevince boğmuştu. Ama kara olanın yeri ayrıydı tabi.

Ve şimdi bu yadigar araba satılıkmış :) Almak isteyene en az 150.000 $ 'a mal olacak. Gerçi dizideki gibi 500 km yapamıyor, atlayıp zıplamıyor ve ateş etmiyor olsa da, bütün düğmeleri, iç aksamı aynen korunmuş. Tabi kitt'in burnundaki kayarak yanıp sönen ışığı da dahil.

1982
Pontiac Knight Rider K.I.T.T. car 2-Door Coupe

2 Nis 2007

mmistanbul ve altiustutasarim

Seçme bloglar listesindeki iki sayfayı daha tanıtayım. (Bir haftasonu oltayı salladığım Bloglaralemi'nden yakaladıklarım)

mmistanbul ya da Adobe İstanbul Kullanıcıları Topluluğu benim için özellikle photoshop kullanımını öğrenme konusunda çok yararlı bir site gibi görünüyor ve oldukça da zengin içeriğiyle ("nasıl yapılır" videoları gibi) bunu yapıyor. Adobe firmasının diğer ürünleri hakkında da çok fazla kaynak barındıran site kendini Adobe ürünlerinde (Flash da dahil) geliştirmek isteyenler için birebir...


Altı Üstü Tasarım ise web tasarımcısı Mehmet Doğan'ın sayfası. Web sayfası tasarımı hakkındaki son teknolojileri özellikle Web 2.0'ı günlük dil kullanarak çok rahat bir şekilde anlatıyor. Bir kitabı da çıkmış. Oldukça da çok sayıda takipçisi var. Gerçi şu anda kendisi
Tatil, askerlik, iş bulma ve çalışma zamanı gibi nedenlerle ara vermiş görünse de sitedeki diğer yazıları okumak için bile çok vakit ayırmak gerek. Fırsatım oldukça okuyorum. Gerçekten doyurucu ve bilgilendirici, okurken sıkmayan ve seviyeli yazılar. Yorumlarda da bayağı bilgi yüklü.

28 Mar 2007

bir hayat inşa etmek


Posta kutuma düşen ve www.tommyswindow.com 'dan alıntı bir yazının çevirisini paylaşayım:

Yeterince yaşlanmış olan marangoz artık emekli olmaya hazırdı. Artık ayrılmak ve karısıyla birlikte kendisine daha çok zaman ayıracağı bir hayat sürmek istiyordu. Bu düşüncelerini patronuna da açtı. Maaşının eksikliğini belki hissedecekti ama emekli olmaya da ihtiyacı vardı. İdare edebilirlerdi.

Müteahhit, böyle iyi bir çalışanının işten ayrılmasına üzülmüştü. Ondan işi bırakmadan evvel tek bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz bunu kabul etti. Fakat bir müddet sonra çok da istekli olmadığı açıkça farkedilmeye başladı. Kalitesiz malzemeler kullanarak gelişigüzel bir iş çıkardı. Böylesine iyi bir kariyerin bu şekilde noktalanması üzüntü vericiydi doğrusu.

Marangoz işini bitirdiğinde, patron geldi, evi gezip gördü, anahtarları marangoza uzattı ve "Al burası senin evin, bu benim sana hediyem" dedi. Marangoz çok şaşırmıştı! Şaşırmak ne kelime; şoke olmuştu! Ne yazık! Eğer kendi evi olacağını bilseydi, herşeyi bambaşka yapardı.

Bizim için de bu böyledir. Biz de günden güne kendi hayatlarımızı inşa ederiz. Genellikle en iyi malzemeyi kulanmaz ve en iyi işi çıkarmaya çalışmayız. Sonra da inşa ettiğimiz bu evde yaşamak zorunda olduğumuzu farkederek hayretler içinde kalırız.

Eğer geriye dönüp baştan başlayabilseydik herşeyi çok daha farklı yapardık. Fakat ne var ki geriye dönemeyiz.

Siz hayatınızın inşaat ustasısınız. Hergün bir çivi çakar, bir tahta yerleştirirsiniz veya bir duvar örersiniz. Bugünkü davranışlarınız ve yaptığınız seçimler, yarınki "evinizi" inşa eder...

Akıllıca inşa edin! Hayatınızı inşa ederken, Tanrı'dan Ustabaşınız olmasını isteyin! O, size hayatınızı sağlam bir temel üzerine inşa etmeniz için yardımcı olacaktır.

Yazı alıntıdır... (e-posta için babama teşekkür ederim)

27 Mar 2007

Eskişehir Odunpazarı Evleri 2004

2004 yılının Mayıs ayında güzel bir gündü ve bir arkadaşla Eskişehir eski Odunpazarı evlerinin bulunduğu mahallelerde fotoğraf avına çıkmıştık. İşte o fotoğrafları bütün gece boyunca arşivlerimden arayıp buldum ve flickr'a yükledim. Buyrun izleyin...



Çok yakında yine gidip çekim yapmayı istiyorum. Bakalım neler değişmiş olacak...

Geçenlerde Devletşah hanımla odunpazarı konusundan bahsetmiştik bir e-postada. Aklımdayken halledeyim dedim ve bu fotoğrafları buldum. Aslında iyi de oldu. O zamanki acemi halimizle çekimlerim de fena değilmiş (gerçi şimdi de ustalaşmadık ama). Sağolsun beraberimdeki arkadaşım da oldukça yardımcı olmuştu konu seçiminde.

Not: Fotoğraflardan birinde bir çeşmenin yan duvarında benim adım yazılıymış; onun için çekmişim galiba. Yani ben yazmadım :p

26 Mar 2007

benbugunbunuogrendim ve devletşah

Seçme webloglarım arasına eklemiş olduğum sayfaları tanıtayım biraz.

benbugunbunuogrendim muayene ettiği hastalarından öğrendiklerini günlük şeklinde yayınlayan İzmirli bir doktorun sayfası. Çok hoş ve doğal bir üslupla yazılmış sayfadaki bütün yazıları bir haftasonumu harcayarak okudum. İlginç deneyimler. Sayenizde biz de öğreniyoruz dr ssbb.

devletşah ise Leonardo'nun makineleri sergisine gittiğim sırada tanıştığım bir hanımın sitesi. Çok doğal bir tarzda yazılar ve harika bir site tasarımı. Fotoğraf, ses ve videolarla yemek tarifleri, gezi notları, podcasting, paylaşımlar ve daha birçok şey.

Bu iki siteyi fırsat buldukça takip etmeyi düşünüyorum.

24 Mar 2007

Leonardo'nun makineleri

Yaklaşık bir aydır Ankara ODTÜ'de açık olan Leonardo'nun Makineleri sergisine ancak geçtiğimiz Cuma günü gidebildim.
Fotoğraflara buradan ulaşabilirsiniz. Teşekkürler Devletşah hanım :)

Sergiye girebilmek için 10:30 civarında sıraya girdiğimizde önümüzde bir babayla oğul vardı. Biz arkadaşımla sırada ölen vaktimizi değerlendirmek adına sohbet ederken arada onlara da takılıyorduk. Oğul iyice sıkılmıştı ve gitmek istiyordu, babası ise oğlunu sergiyi görmeden gitmeme konusunda motive etmeye çalışıyordu. Biz de Eskişehir'den gelip her hafta Cuma günleri girdiğimiz dersin çıkışında bu sergi sırasına abone olduğumuzu fakat yeterli bekleme azmini ancak bu son haftada gösterip ısrarla bekleyeceğimizi anlattık. Fakat vazgeçmelerine engel olamadık.

İki saate yakın sıra bekledikten sonra içeriye ancak girebilmiştik. Rehberler ise artık tekrar tekrar yaptıklarından olsa gerek, refleks haline getirdikleri rutin ve biraz da bezmiş anlatımlarıyla oldukça sıkıcı olmuşlardı. Üstüne bir de sergi alanının yetersiz oluşunu ve bizim gibi son güne kalmış ziyaretçilerin neden olduğu izdihamı eklersek son beş objeye geldiğimizde "uff gidelim artık" der olduk. Zaten gaflette bulunup kameramı götürmediğim için fotoğraf da çekememiştim. Ama yukarıdaki linkteki fotoğraflar ve bilgiler doyurucu olacaktır.

Neyse ki çıkışta odtü çarşı'da arkadaşlarla gittiğimiz Kalabalık'ta yediğimiz hamsi buğulama ve fırında helva tatlısı iyi gelmişti :)
(Hamsi buğulama'yı çeşitli baharatlarla daha iyi yapabilirlermiş gibi de geldi)

Değerli vaktini ve öğle yemeği parasını bana ve Mehmet'e ayırdığı için İbrahim'e teşekkür ederim :)

18 Mar 2007

sayısal fotoğraflar

Geçenlerde ünlü fotoğraf gurusu 'un internet sayfalarında gezinirken değişik bir teknoıloji gözüme çarptı. Özellikle çarptı, çünkü aynı konu -yüz tespiti- üzerine ben de bir master çalışması yapmıştım.
Yeni Digic III görüntü işlemcisi ile sayısal görüntülerde yüz tespiti ve takibi (face detection and tracking) kabiliyeti, dijital fotoğraf makinelerine kazandırılmış.


Böylece fotoğraf ve video çekiminde yüz görüntülerine odaklama ile insan yüzleri belirginleştirilebiliyor.

Bu teknoloji şu anda birçok powershot modelinde varmış. Canon'un Türkiye temsilciliğini erkayalar yapıyor. Fakat ürünler birçok yerden alınabilmekte. Yakın zamanda teşhir indirimi fırsatını değerlendirerek mavibilgisayar'dan kendime bir Powershot S2 IS edindim. Daha geniş çekimler için bu aletin geniş açı lensini (WC-DC58A) de ele geçirmeye çalışıyorum şu sıralar. Ama maalesef bu parça, lens adaptörüyle birlikte makinanın kendisinden pahalı :(


25.03.2007'de gelen edit:


Telefoto zoom lensini almanın -uzaktan görüntü avcılığı için- daha mantıklı olacağına dair aldığım önerileri da göz önünde bulundurarak Ankara Kızılay'da tripodfoto'ya gittim. Bana yardımcı olan Gökhan bey'le beraber katalogdan S2'ye özel üç adet parça bulduk. Bir adet geniş açı lens (kameranın odağını geriye çekerek daha çok alanı görmesini sağlar), bir adet telefoto zoom lens (kameranın optik zoom kapasitesini artırır), biri de bu iki parçayı takabilmek için lens adaptörü. Sordum başka adaptörle diğer lensleri de kullanamaz mıyız diye; kullanamıyormuşuz. Telefoto zoom lens 1.5x optik zoom sağlıyor. Yani kamera normalde 12x optik zoom'a sahipken bunu takınca 12x * 1.5x = 18x optik zooma ulaşabiliyor. fiyatı ise 140 avroydu galiba, yanlış hatırlamıyorsam lens adaptörü de 80 avro (bunlar dolar da olabilir hatırlamıyorum). Sonuçta değmeyeceğine karar verdik. S2'yi eklentisiz kullanacağım.

Gerçekten de S2 kompakt bir kamera fakat gelişmiş teknolojisi sayesinde kullanıcıya birçok manuel ayarı yapma imkanı veriyor. Fakat birçok durumda ayarları kameraya bırakmayı tercih ediyorum şimdilik.
Video çekiminin de gayet iyi oluşu doktora çalışmalarımda video örnekleri elde etmek için kullanabileceğim ayrı bir özellik. Bundan sonra alacağım kamerada ise nelere dikkat etmem gerektiğini bu makinayı kullanırken daha detaylı öğreneceğim. Profesyonel modeller olarak Canon olursa EOSD serisi, Sony olursa F828 olabilir. Ancak profesyonel kameralarla kompakt kameralar arasında bir fiyat uçurumu olduğu da alıcı açısından ayrı bir acı gerçek. Sayısal kamera almayı düşünenler için yukarıdaki linkini verdiğim tripodfoto sayfası çok yardımcı olacaktır kanımca.

19 Şub 2007

Uludağ'da beş gün...

ANADOSK
Üyesi olduğum Doğa Sporları Kulübüyle 30 Ocak 2007 Salı günü başladığımız ve beş gün süren eğitim etkinliginin faaliyet raporuna aşağıdaki linkle ulaşılabilir...

Gerçekten eğitici, eğlenceli ve üşütücü bir faaliyet oldu. Kış şartlarının ve soğuğun da insanı rûhen pişirebileceğini gördüm. Doğa ile mücadeleyi değil doğa ile uyumu öğrenmemiz gerek. Ha bir de birbirimizle uyum içinde olmamız çok önem kazanıyor. Dağda ve soğukta herşey başka! Hele 27 kişi beraber olunca bambaşka...


14 Şub 2007

su

Suyumuzu nasıl tükettiğimize dair bir animasyon...

http://www.wwf.org.tr/fileadmin/media/wwfsu.html

Farkında olmadan israf ediyoruz.

Link için Seray'a teşekkürler.

12 Şub 2007

önyargı

Bilgeye sormuşlar: "Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz ?"
"Terzimi severim," diye cevap vermiş. Soruyu soranlar şaşırmışlar:
"Aman üstad, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor ? O da nereden çıktı? Neden terzi?"
Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:
"Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler.
----------------------------------
Patron kim?

Beynimizde bilgilerimizi belirleyen ve dizayn eden bir ‘patron’ olduğunun farkında mıyız? Önyargı adını taşıyan bu patron koltuğuna oturmuşsa bundan sonraki bilgileri hiç ciddiye almamaya ve ön yargımız paralelinde ona uygun bir kılıf dikmek konusunda muhteşem bir terzi sanatkârlığına soyunuruz.

Hayata yeniden bakmanın bir yolu var mı?

Bir kişi ya da olay hakkında zihnimize ilk önce giriş yapan bilgi için “ilk izlenim” demek ve bununla yetinmek yeterdi aslında. Ama bir şeyler bu ilk izlenimi kendi sınırlarının çok çok ötesine taşıdı ve onu bizim bütün diğer bilgilerimizi belirleyen, seçen, hatta dizayn eden beynimizdeki “patron” yaptı. Ve bu yüzden de onu nitelemek için “ilk izlenim” kadar mütevazı bir isim yerine “önyargı” gibi burnu yukarıda bir ismin kullanılmasının daha uygun olduğunu düşünüyorum.

İlk bakışta bilginin beynimize giriş zamanının bilginin değeri açısından bir şey ifade etmemesi gerekir diye düşünmemiz elbette normal. Ancak maalesef durum pek öyle değil! Bilgi zihnimize girerken adeta köşe kapmaca oynar gibi boş bulduğu ilk koltuğa oturmak için kıyasıya bir rekabet içine girer. Ve o kral koltuğuna bir kere oturdu mu, gelen giden hiçbir muhalif bilgi onu alaşağı edememektedir. O koltuğunda kök salmakla da kalmaz, sarayın içine (beynimize) kimin girip girmeyeceğine de bütün küstahlığıyla karar verir hale gelir.

Peki neden?

Aslında bünyemize bir yaşam gereği olarak konulmuş önemli bir mekanizmanın suistimalinin adıdır önyargı. Her gün binlerce uyarana maruz kalırız. Ve her uyaranı sıfırdan tanımaya kalksak her sabah hayata sıfırdan başlamak ve neyin ne işe yaradığı konusunda her sabah sıfırdan bir tanıma süreci içine girmek zorunda kalırdık. Bu da birbirinin tekrarı günler doğurmakla kalmaz, neye güvenip neye karşı dikkatli davranmamız gerektiği konusunda bir yargıya sahip olmadığımız için hayatımızın haddinden fazla risklerle dolu olmasına neden olurdu.

Ancak bilgi kayıt sistemimiz sayesinde; hiçbir şeyi sıfırdan tanımaz, her düşüncenin, bilginin bizim bundan sonraki davranışlarımızı etkileyecek bir izdüşümünü, bir “yargı”yı beynimize yazarız.

Zihnin gizli sahibi

Buraya kadar her şey normal. Sorun bundan sonra, bu ilk bilgilerin zihinde oturduğu koltukta kök salmasıyla başlamaktadır. Biz bu ilk bilgilerimizi öyle içselleştiriyor, öyle sorgulanamaz kılıyoruz ki söz konusu kişi veya olay hakkında sonradan farklı yönde işaretler dahi alsak bunları bile kral koltuğumuzdaki “önyargımız”ın bakış açısıyla değerlendiriyor, dolayısıyla da ya sonraki bilgileri hiç ciddiye almıyor ya da kendi önyargımız paralelinde ona uygun bir kılıf dikmek konusunda muhteşem bir terzi sanatkârlığı sergiliyoruz. Kendi önyargımıza uyan işaretleri karşı taraftan adeta “cımbızlıyor”, diğerlerini ise değil değerlendirmek ve elemek, görmüyoruz bile!

Örnek mi? Buyurun buradan yakın!

“Hemşerim memleket nire?” deriz adeta toplumsal bir içgüdüyle. Verilen cevaba göre ya susar ve o memleketin insanlarından gördüğümüz yamuk ölçüsünde “hımmm” çekeriz. Ya da tam tersi ise, “Vay, neresinden?” diye devamını getiririz heyecanla. Tamam memleket kültürü, sosyal çevre anlamında bir parça önemlidir, kabul. Ama bu kadar mı?

Veya kişi, “Ben X üniversiteliyim.” dedikten sonra maç yorumu bile yapsa, “Vay be adam biliyor.” tınısında yaklaşır, “Hikmetinden sual olmaz!” modunda hüşyar bir bakış sergileriz.

“Duruşundan hiç hoşlanmadım, bakışını sevmedim, bir görüşte kanım ısındı, ilk gördüğümde vuruldum, ben insan sarrafıyım, ben onu gördüğüm an işe yaramaz olduğunu anlamıştım, vs.” artık deyim haline gelmiş önyargılarımız değilse nedir?

Farkında olduğumuz veya olmadığımız daha milyonlarcası. Neye dayandığı belirsiz ama gücü de dehşetengiz “düşünce gözlükleri” zihnimizin bir yerlerine saklanmış durmaktadır.

Önyargı makineleri

Bizim önyargı geliştirme konusundaki akıl almaz sürate sahip zihinsel mekanizmamız yetmiyormuş gibi bu süratimize sürat katan toplumsal makinelerimiz de vardır üstelik. Dedikodu meclisleri, TV, gazete de sizin hakkında hiç bilgi sahibi olmadığınız birileriyle ilgili olarak beyninizin kral koltuğu için saraya kralcıklar sızdırıp sizi içten fethetmektedir. Ve bundan sonra dedikodulara malzeme olmuş söz konusu kişiler ya da olaylar değil ağızlarıyla kuş tutmak, kuşların hepsini kendiyle ilgili yeni haberler taşımak için zihninizdeki krala gönderse bile kralınız yüzünü dönüp bakmayacaktır!

Peki bu sadece bizim kültürümüze özgü bir zaaf mı? Aslında pek öyle değil. Yapılan araştırmalar bunun insana özgü bir durum olduğunu göstermektedir. Örneğin bir araştırmada karşımızdakinin sadece kıyafetinin ön yargımızın yüzde 40’ını tek başına oluşturduğu görülmüştür. Üstelik daha “merhaba” bile demeden!

Roger Banıster örneği

Roger Banister bir atlet. Ancak kırdığı rekordan daha farklı bir şey. 1954 yılına kadar hiç kimse bir mili 4 dakikanın altında koşamamıştı. Üstelik koşamayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki artık bilimsel dergilerde bunun insan bünyesine ait bir imkânsızlık olduğu, kas yapısının buna izin vermeyeceği yönünde makaleler yayımlanmaya başlamıştı. Ama Roger bunları bir kenara koydu ve çalıştı. Derken 1954, dünyada ilk defa bir insanın 1 mili 4 dakikanın altında koştuğu tarih olarak insanlık âlemine kaydoldu. Roger bunu başarmıştı.

Buraya kadar her şey normal gözükebilir ve bir azim hikâyesi olarak anlatılıp durulabilir belki. Ama bizim niyetimiz daha farklı bir noktaya dikkat çekmek. Roger koştuktan sonra bir şey olmuştur. O sene içinde 37 kişi, sonraki sene 176 kişi daha bir mili 4 dakikanın altında koşmuştur. Yeni bir ayakkabı mı icat edilmişti, yoksa insan kaslarının DNA’sını değiştiren bir ilaç mı bulunmuştu? İkisi de değil, bulunan bir şey yoktu; sadece yok olan bir şey vardı: “Bir önyargıcık”!

Sizin kaç tane adanız var?

Sizin zihninizde önyargı adındaki bu krallardan kaç tane var? Kaç koltuğunuz zaptedilmiş durumda? Yoksa zihninizde mantar gibi biten-bitirilen önyargı adacıkları arasında kulaç atamayacak kadar susuz ve çaresiz mi hissediyorsunuz kendinizi?

Peki, beyninizin önyargı kapmaması konusunda en az doktorunuz kadar steril davranmaya ve tümden zihninizi sterilize etmeye gerek yok mu? Ya da en kötüsü; bütün yargılarınızı yeni baştan sorgulamak ve hayata “yeniden” bakmak için yeterince genç değil misiniz?